Başkanlık sistemi aylardır fiilen sürüyor. Yeni hükümetle durumda bir değişiklik olmayacak yani. Yine Aksaray’dan yönetilecek Türkiye, yine Aksaray verecek her kararı…
Böyle bir yönetim hukuken mümkün değil ama, hukuka saygılı uyuma çoktan zarar vermiştik. Şimdi şartlar oluşursa, minareye kılıfı uydurup, hukuken de başkanlık sistemine geçeceğiz. Gerçi böyle bir sonuç pek kolay görülmüyor ama, (ben yaptım oldu) modeli devlet yönetiminde, her çıkmazın bir çaresi vardır.
Önce yeni hükümete, tüm önyargılardan uzak davranarak başarılar dilemeliyiz. Önümüzde dağ gibi sorunlar var. Üstelik harp halindeyiz ve maalesef cepheden şehitler gelmeye devam ediyor. Öncelikle terörün üzerine kararlı gidişin sürmesi gerek. Ancak, terörün hakkından gelebilmek için, ordumuza ve güvenlik güçlerimize müdahale etmemeli ve onların işine siyasetin burnunu sokmamalıyız. İnanıyorum ki, yönetim müdahaleleri olmasa bizim ordumuz ve şehirlerde, cadde ve sokaklarda gerilla savaşı veren kahramanlarımız, fedakar polislerimizle birlikte bu işin üstesinden rahatlıkla gelir. Özetle harp halindeki güvenlik güçlerimize tam inanmalı ve güvenmeli, onları rahat bırakmalıyız.
Memleketin huzura ve sükûna ihtiyacı var. Toplumu artık devamlı germemeliyiz. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, tüm siyasetçiler konuşmayı bırakıp, işlerine bakmalıdırlar. Hele Meclis’teki liderlerin, o Salı nutuklarına mutlaka son vermeleri lazım. Böylece alkışçı amigoları da Parlamento’dan temizlemiş oluruz.
Şimdi Meclis’e dokunulmazlık dosyaları geliyor. Bu işi usulüne uygun çözmeli, kimsenin gözünün yaşına bakmamalı ve herkes işlediği suçun hesabını vermelidir. Artık dokunulmazlık sadece Meclis kürsüsünde geçerli olmalı ve bununla ilgili gerekli yasal değişiklikler de yapılmalıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Meclis müzakereleri hayli hareketli ve olaylı geçecektir. Bu konuda da, HDP’liler hariç diğer mebusların olgun, sakin ve tepkisiz davranmaları yararlı olur.
Ülkemizdeki gergin ortamlardan, siyasi çekişmelerden, incir çekirdeğini doldurmayacak kavgalardan, milletin çözüm beklediği asıl meseleleri ihmal ediyoruz. Öncelikle toplumdaki bölünmüşlüğü durdurmalıyız. Birlik ve beraberlik içinde olmamız gereken çok ciddi bir dönemden geçiyoruz. Bizler ve onlar söylemlerinden vazgeçmeliyiz. Ben milletin yüzde 50’sini temsil ediyorum, halkın yarıdan fazla oyuyla seçildim böbürlenmesinden uzak durmalıyız. Halkın diğer yarısını dışlayarak ne politika yapılır, ne de gerçek devlet adamlığı sergilenir. Bugün Türkiye’yi yönetenlerin, herkese saygılı davranmaları, herkesi kucaklayacak bir politika üretmeleri ve milleti sürekli bölmekten şiddetle kaçınmaları gerekir.
Dış politikamız facia halini almıştır. Neredeyse hiç dostumuz kalmamıştır. Yurtta sulh-cihanda sulh politikasını terk ettiğimizden beri, başımız beladan kurtulmuyor. Arap dünyasına liderlik hayalimizden hemen vazgeçmeliyiz. Yardıma muhtaç ülkelere, Birleşmiş Milletler bile el uzatamazken, biz bütçemizi oralara harcamamalıyız. Kendi açlarımızı doyuramazken, milyonlarca işsize iş bulamazken, gırtlağımıza kadar dış borca batmışken, yetimin hakkını ona buna dağıtmaya ne hakkımız var? Kime gösteriş yapıyoruz..?
Artık tribünlere oynamaya, alkış peşinde koşmaya, milletin vergilerini garibanlara oy için dağıtmaya son vermeliyiz. Yollar, köprüler, barajlar, havaalanları, alt ve üst geçitler yapıyoruz iyi de, mahvettiğimiz adaleti, milli eğitimi, tarımı düzeltmeye niye yanaşmıyoruz ki..? Türk gençliği için ne yapıyoruz, onları geleceğe nasıl hazırlıyoruz, yurtseverliklerini güçlendirebiliyor muyuz? Bayrak, toprak, cumhuriyet sevgileri ne durumda? Bunu bile ciddi şekilde araştıran yok.
Türkiye’nin ihtiyacı olmayan mesleklere adam yetiştiriyoruz. Eczacıdan, hukukçudan, kimyagerden geçilmiyor. Her sokağa açılan Üniversitelerden oluk gibi mezun veriliyor. Hepsi de işsiz güçsüz bekleşip duruyorlar. Ülkemizde ameleye iş var, Üniversite mezununa yok. Bu komik teraziyi düzeltecek bir babayiğit görülmüyor ki ortalarda. Var mı yok mu İmam Hatip… Neredeyse tüm okulları imam hatipe çevireceğiz. Bu kadar imama ve hatibe Türkiye’nin ihtiyacı var mı? Tüm İslam alemine fazlasıyla yetecek din adamı yetiştiriyoruz ama, çoğu camilerde filan değil, devlet işlerinde, özel sektörde, ticarette çalışıyor. Buna ne demeli?
Tarımımız acınacak durumda. Miras hukukuyla bölünen tarlaların çoğu batıda ekilmiyor. Yaşlanan çiftçilerin okuyan çocukları köye dönmüyor.Hepsi şehirde iş arıyor. Kimi öğretmen, kimi hemşire, kimi polis olmak istiyor. Devletin şemsiyesi altına sığınmak istiyor gençler. Ne olacak boş tarlalar, kim işleyecek buraları? Hayvancılığımız yerlerde sürünüyor. Otu bile dışarıdan ithal ediyoruz. Yazık değil mi bu ülkenin değerlerine? Bir sürü beceriksiz insan, böylesine toprağı ve iklimi zengin, imkânları bol ülkeyi dışarıya mahkûm ediyor. Tohumumuz dışarıdan geliyor. O bizim güzelim domatesin yerini, tenis topu gibi yere vurduğunuzda zıplayan İsrail domatesleri aldı. Yiyeceklerimizinçoğu ithal. Bunun için dışarıya dünyanın parasını ödüyoruz.
Dünyanın en pahalı etini yiyoruz. Hükümetin yaptığı destekler yerine gitmiyor, heder oluyor, avantacıların ceplerine akıyor. Kontrol denilen mekanizma hiç işlemiyor. Oysa akıllı yönetimlerin elinde Türkiye, bir besi cenneti olur. Arjantin gibi bütün dünyayı besler. Ama kime anlatalım bunu, kime söyleyelim derdimizi. Onca Ziraat Mühendisi üretiyoruz. Gidin bakın tarlalara, bir tek ziraat mühendisi görebilecekmisiniz? Çoğu işsiz, iş bulabilen minik bir azınlık özel sektörde ya da ilaç sektöründe çalışıyor. Çok hazin bir durum bu…
Herneyse, sayılacak o kadar çok sorun var ki… Şimdilik bunlara bir son verelim ve yeni hükümetin icraatını izlemeye odaklanalım. İnşallah iyi işler yapar…