AKILDAN KALEME

Türkiye’nin Baş Ağrısı: Suriyeli Sığınmacılar-3

“Arap Baharı” adıyla ayaklanmalar başlamadan önce Türkiye ile Suriye arasında çok iyi münasebetler tesis edilmişti. Birkaç misal vermek gerekirse; Türkiye-Suriye arasındaki sınır ticareti ise 3 milyar dolar gibi bir meblağa ulaşmıştı. İki ülkenin hükümetleri arasında ortak kabine toplantıları yapılıyordu. 3 Nisan 2007 tarihinde Fenerbahçe futbol takımı Halep’e müsabakaya gittiğinde tarihi Türk şehri Halep’te yer yerinden oynamış ve Fenerbahçe’ye olağanüstü sevgi tezahüratları yapılmıştı.

Avrasya yazarlar birliği başkanı Dr. Yakup Ömeroğlu Bey anlatmıştı: 2008 yılının eylül-ekim ayında Şam’da Suriye yazarlar birliği ile ortak bir sanat-edebiyat toplantısı yapılıyor. Söz alan ev sahibi Suriye yazarlar birliği başkanı Prof. Dr. Hüseyin Cuma: “Biz iki devlet tek milletiz.” diyecek kadar samimiyet sergiliyor. Türkiye heyeti müteakip yıllarda İdlib’e, Halep’e ziyaretlerde bulunuyor. Aynı şekilde Suriye yazarlar Birliği’nden heyetler de Ankara’da İstanbul’da Urfa’da misafir edilerek ortak toplantılar düzenleniyordu. (Aynı tarihlerde Türk Kızılay’ı genel başkanı Tekin Küçükali bey anlatmıştı: Filistin’de yaşanan mezalimler ve İsrail’in özellikle Gazze’yi abluka altına üzerine Türk Kızılay’ı Filistinli Müslümanlara tırlar ile erzak gönderiyordu. Tekin Bey, konvoyun başındaki görevliye şöyle bir tembihte bulunuyor: yüzlerce kamyonlarla Suriye’nin büyük şehirlerinden gündüz vakitleri geçerek insanlara rahatsızlık vermeyin, şehirlerden gece geç saatlerde geçin. Bir gece sabaha karşı görevli, Tekin Beyi arıyor. Tekin Bey telefonu açtığında görevli: “on binlerce Suriyeli ellerinde Türk Bayraklarıyla gecenin bu saatinde konvoyumuza refakat ediyorlar.” diyor.).

Böylesine gelişen dostlukların birkaç yıl sonra düşmanlığa dönmesi üzerinde çok düşünülmesi gereken bir husustur.

 Suriye iç savaşının sebeplerine gelince: Ortadoğu’da halk ayaklanmaları başladığında Suudi Arabistan yönetimi bu ayaklanmaların kendi ülkesine de sıçrayacağı korkusuyla Mısır ve Suriye’deki selefi hareketleri ve El-Kaideci unsurları maddi açıdan geniş ölçüde desteklemiştir. Hakeza İran, bölgede nüfuz alanlarını genişletmek için bu iç savaşı fırsat bilmiş ve Esad’ın yanında yer almıştır. Rusya, Suriye BAAS rejimi ile eskiden beri var olan dostluklarını gerekçe göstererek ve Tarsus’ta askeri üssünü korumak amacıyla rejimin yanında yer almıştır. Irak ve Suriye’de uyguladıkları büyük zulümler ve katliamlar sebebi ile Işid terörünün hortlamasına sebep olan ABD ve batılı ülkeler bir yandan selefi akımlara yeşil ışık yakmış, öbür yandan da Işid’ci unsurları tasfiye etmek iddiası ile bölgeye girmiştir. Bununla yetinmeyip Pyd ve Ypg’yi büyük ölçüde silah ve teçhizat desteğiyle beslemiş ve Suriye’nin kuzeyinde yaşayan Müslüman Arap ve Türkmenleri Türkiye’ye doğru göçe zorlamıştır.

Uluslararası akıl bu etnik temizlik yoluyla alan boşaltmayı çok uzun yıllar öncesinde planlamıştır.

Hatırlayınız 2000’lerden önce Türkiye ve Suriye arasındaki 877 kilometrelik sınır hattının tamamına yakını mayınlarla döşeliydi. İki ülke arasındaki gümrük kapıları dışında insan-hayvan kaçakçılığı ve geçişleri mümkün değildi. O yıllarda Türk medyasında bir propaganda başlatıldı: bu araziler insanlığa-dostluğa uygun değildir, masum insanlar hayatını kaybediyor, mayınların temizlenmesi lazım ayrıca bu mayınlı araziler çok bereketli topraklar durumundadır. Buralarda ziraat yapılırsa yüksek verim alınır denilerek kamuoyu oluşturuldu. Arkasından İsrail mayınları temizleme karşılığında 30-40 yıl boyunca tarım faaliyetlerinde bulunma talebini iletti. İsrail’in teklifine Türkiye kamuoyunda büyük tepki gösterilmesi üzerine Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı araziler başka şirketler marifeti ile temizlendi ve sözde tarıma açıldı ama aslında Türkiye’ye yönelecek kitlesel göçlerin önündeki engeller kaldırılmış oldu.

Suriye iç savaşı Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmemesine rağmen bu kadar uzun bir ortak sınıra sahip olduğumuz komşu ülkedeki gelişen hadiseler karşısında kayıtsız kalamazdık. Tabii ki bu komşu ülkenin iç kargaşalıklardan bir an önce kurtulması, istikrara kavuşması Türkiye’nin istikrarı için de önemliydi. Ama Türkiye’nin en fazla çarpışan tarafları teskin etmesi veya aralarında hakemlik yapması gerekirken, “Emevî Camii’nde cuma namazı kılma” ve Müslüman Arap dünyasında liderliğe oynama hayalleri Türkiye’nin başına gaile üstüne gaile açmıştır.

Kısacası Suriye, Ortadoğu’daki enerji yollarının önemli bir kavşağında bulunduğu için dünyanın bütün süper güçlerinin vekalet savaşlarına açık bir alan haline gelmiştir. Böylece ABD ve Rusya emperyal politikalarını hayata geçirecek uygun bir zemin hazırlamış oldular. Suriye’nin kuzeyindeki etnik temizlik ve vekalet savaşlarının bir diğer sebebi de “hayali birleşik Kürdistan’ın” Akdeniz’e çıkışı için koridor hazırlamaktı. O toprakların esas sahipleri vatanlarından uzaklaştırıldı vatansız bir halk o bölgeye iskân edilmeye çalışıldı. Son anda uyanan Türkiye Zeytin dalı ve Barış pınarı askeri hareketleri ile bu projeyi kısmen engellemiş oldu.

Değerli okuyucular; Bir ülkede halkın mağduriyetlerini dile getirip, hayal kırıklığı yaşayan toplulukları ideolojik kışkırtmalarla veya halk dalkavukluğu(popülizm) yaparak geniş kesimlerin oylarıyla iktidara gelmek mümkündür ama iktidara geldikten sonra hem iç politikada hem dış siyasette binlerce yıllık tecrübe ile oluşmuş devlet aklı ve devletin teamülleri bir tarafa bırakılırsa sonuçta ülkemizin yaşadığı gibi büyük kargaşalara yol açılmış olunur. Şu anda Türkiye ne yazık ki -teşbihte hata olmaz ama- sarhoş bir şoförün kullandığı bir kamyon gibi şarampole yuvarlanmakta ve oradan kurtulup biraz sonra bir başka şarampole yuvarlanmaktadır.

Yanlış hatırlamıyorsam, 2015 genel seçimlerinden sonraki günlerde Ankara’da bir vakıfta bir dost grubuyla edilen sohbet esnasında bize göre daha yaşlı ve tecrübeli eski bir sayın bakandan bizi hayretler içerisinde bırakan, “cehaletin ve gafletin bu kadarına da pes doğrusu” dedirten şu sözleri işitmiştik: “Bizim Ahmet Bey, Rusların Suriye Tarsus’ta bir askerî üssünün olduğunu Suriye İç Savaşı patlak verdikten sonra öğrenmiş.” Sayın Bakanın, “bizim Ahmet Bey” hitabıyla kastettiği şahıs eski Dışişleri Bakanı ve dönemin Başbakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’ydu ve görünen o ki “Stratejik Derinlik”in sayın yazarı bazı çevrelerde Suriye’nin Ruslar ve İran için ne denli vazgeçilmez olduğunu bilmediği gibi bir kanaatin hâsıl olmasına sebep olmuştu. Devam edeceğiz.

 

Yayın Tarihi
07.09.2022
Bu makale 530 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!