Her şeyden önce kabul etmemiz gereken en önemli gerçek “milliyetçi gençliğin meseleleri” başlığı altında ele alacağımız konuların bütün insanlığın ortak meseleleri olduğudur. Bugünün dünyasında bir guruba mahsus, bir zümre ile sınırlı tesire sahip özel problem alanları gitgide azalmakta, ülke sınırları dahi bu anlamda önemini kaybetmektedir.
Küresel kapitalizmin kültürel iktidarı her şeyi kendi ölçüleri, ilkeleri ve anlayışı çerçevesinde dönüştürmekte ve tek tipleşmiş, alıklaşmış, yeni dünya düzeninin mazbut bireylerini üretmektedir. Maruz kaldığımız saldırı son derece ileri teknik donanımla mücehhez bir mühendislik projesidir.
Gündelik hayatımıza bir anda dahil olan ve gündelik hayatımızı, tercihlerimizi, alışkanlıklarımızı, zevklerimizi biz farkına dahi varmadan değiştiren, çoğu zaman gündelik hayatın hızlı akışı ve telaşı sebebiyle fark edemediğimiz pek çok unsur bu projenin bir rüknü, tatbik ve icra vasıtası olabilmektedir. Değişimin sadece maddi kültür, şekil şemail seviyesinde kaldığını düşünmek ise büyük bir safdillik, gaflet bazen de insanın zamana uymasının konfor ve rahatına teslim olmasından ileri gelmektedir.
Bu projenin karşısında yer alanların evvelemirde yaşanılan değişimin son kertede ahlaki değerlerde, zihniyet ve inanç dünyasında, mensubiyet ve aidiyet bağlarında köklü kopuşlara sebep olacağını, oluşan boşluğun ise kopuşla aynı anda ve hızlıca doldurulacağını bilmesi, akıl etmesi gerekmektedir. Dün milliyetçi düşüncenin en önemli meselesi yabancılaşma, batılılaşma hasılı kültür değişmesi iken bugün bu bahsin ihmal edilmesi neye maruz kaldığımızın pek de farkında olmadığımıza işaret etmektedir. Bizim ihmal ettiğimiz, görmezden geldiğimiz pek çok hususun bir sonraki nesilde ciddi duyuş, düşünüş, eyleyiş sapmalarına sebep olduğunu acı tecrübelerle yaşadık ve yaşıyoruz.
Meseleyi müşahhasa (somuta) taşımak demek istediğimizi daha anlaşılır kılacaktır. Ancak burada vereceğimiz misaller kimseyi tahkir etmek, kınamak maksat ve niyetiyle yazılmamaktadır. Ne yaşıyorsak beraber yaşıyoruz ve başımıza gelenlerden hepimiz az veya çok etkileniyoruz. Türk milletinin ferdi olmak milletinin kaderi ile kendi kaderini bir görmek ancak ikaz ve ihtar mesuliyetinden kaçmamak, yanlışı düzeltmek ve doğruyu yaymak için canhıraş bir gayretle çalışmak demektir.
Milliyetçilik, yapılan gençlik araştırmalarında yüzde 60’a varan bir oranda Türk gençliğinin kendisini ifade ettiği dünya görüşü, siyasi ideoloji olarak tespit edilmektedir. Bu yüksek oran ile sosyal hayatın görünümü arasındaki hakşinas herkesin teslim edeceği büyük tezat nasıl anlaşılabilir? Milliyetçiliğin arttığı bir vasatta milli kültür ve terbiyenin sosyal hayata hâkim olmasını beklemek gerekmez mi? Bu oranla beraber yine kamuoyu araştırmalarında sekülerliğin son 20 yılda artması milliyetçi düşünceyi benimseyenler tarafından nasıl açıklanabilir?
Aynı toplumda deizm tartışmalarının artması, eskiden ameli noksanların varlığına rağmen Türk milletinin İslam dinine kalbi ve muhkem imanından bahseden bizler tarafından nasıl anlaşılabilir? Yurt dışında yaşama arzusunu kendi milletine, memleketine, devletine karşı hasmane duygularla ifade eden gençlerin konfor ve refah taleplerinin karşılanması karşılığında sömürgeci dünya düzeninin gönüllü hizmetkarı olmaya talip olduklarını anlayamamaları nasıl izah edilebilir?
Fıkhi tartışmaları dışarıda bırakarak ve örfen meseleyi değerlendirerek söylersek milliyetçi pırıl pırıl gençlerin vücutlarına dövme denen çirkinliği kalıcı olarak yaptırmalarını nasıl değerlendirmeliyiz? Milliyetçi gençlerin sosyal medyada büyük küçük demeden ağzına geleni hiçbir had, kayıt tanımadan, edep, haya ölçüsüne riayet etmeden dile getirmelerinin sebebi nedir?
Akademik düzeyde Türk İslam düşüncesi alanında ciddi bir alâka ve canlanma yaşanmakta, ortaya konan eserlerde göz alıcı bir derinlik ve zenginlik bulunmaktayken Türklük namına İslam’a en süfli ve galiz ifadelerle taarruz edenlerin git gide daha yüksek sesle ve cüretkâr şekilde her yerde arzı endam eder hale gelişi ne ifade etmektedir?
Yukarıdaki soruları ve tezat teşkil eden durumları kolaycılık tuzağına düşüp, tıpkı küresel proje sahiplerinin dünya vatandaşı tipolojisine hizmet edercesine “z kuşağı işte” diyerek cevaplamak bizi kurtarmaz. Sosyal değişimin dinamik ve sebeplerini ıskalayarak faturayı sadece siyasi iktidara kesmek de bizi çözüme götürmez.
Tüketim toplumunun, kentleşmenin, sanayi kapitalizminin, eğitimin, internetle beraber iyice şiddetini arttıran yalnızlaşmanın- ki adına birey olmak da deniyor, orta sınıfın genel geçer eğilimlerinin bir bütün halinde ele alınması ve içerisine düştüğümüz derin anlam krizinin anlaşılması gerekmektedir.
Nihai noktada gençlere biçilen rol şu vasıflarla tasvir edilebilir; hedonist –haz, zevk, keyif ve konfor düşkünü-, bencil benmerkezci bir bireysellik, kariyerizm, geleneksel bağlardan tamamen kopuş, kadim (tarih) düşmanlığı, inanç zafiyeti, standart zevkler ve davranış kalıplarına sahip oluş ve müzmin bir memnuniyetsizliğin paravanı olarak muhaliflik.
Saydığımız bu ahlaki ve şahsiyet hastalıkları karşısında Türk milliyetçiliği güçlü ve köklü bir sığınak, Türk ve İslam alemi için yeniden bütün insanlığa hitap edebilecek bir teklifin üretilebileceği bir düşünce zemini, güzel ahlakın ferdi ve sosyal hayata hakim kılınmasında öncü olabilecek alperenlerin yetişebileceği bir ocaktır.
Milliyetçilikle ilgili hafızalarımızı ve imanımızı tazelemek, kendimize çeki düzen vermek gençlere yapabileceğimiz muhtemelen en büyük iyilik olacaktır. Zira gençlerin birer fert olduğunu ihmal ederek onlara bir yığın veya küme şeklinde yaklaşmak, bu şekilde gençlerle alakadar olmak hiçte matah bir usul değildir.
Gençleri kelle sayısı üzerinden stadyumları veya kongre salonlarını dolduracak, gövde gösterilerinde ön safa sürülecek bir kitle şeklinde telakki etmek veya siyasetçilerin çanta taşıyıcısı şeklinde görmek ve bu surette kullanmak gaflet değilse büyük bir ihanettir. Zira şahsiyet meselesini zedeleyen her eylem gençler ve geleceğimizi tahrip etmektedir. Şahsiyet meselesi dün olduğu gibi bugün de en hayati en mühim meselemizdir.
Milliyetçilik sembol ve slogan merkezli bir düşünce değildir. Milliyetçilik metin merkezli bir düşünce de değildir. Zira milliyetçilik “insan” merkezli bir düşünce, bir hayat üslubudur. Milliyetçi külliyat şüphesiz gençlerin fikir, anlam ve değer dünyalarının şekillenmesinde, kültürlü, ölçülü ve şuurlu birer insan olmalarında olmazsa olmaz bir unsurdur. Lakin insanı merkeze almayan metin okumaları kişileri selefi/radikal bir yola, sembol ve slogan merkezli bir yorum ise şovenist, sığ faşist bir yola sürükler.
Cennet mekân Nevzat Köseoğlu’nun miras bıraktığı külliyat yarın da gençlerin zihinlerini besleyecek iyi, güzel, hoş, temiz, helal ve bereketli bir sofradır. Lakin Nevzat Köseoğlu’nun meclisinde bulunmanın öğrettiği terbiye adap, üslup, ciddiyet, ölçülülük, hürmet öğrenilmedikten sonra bu fikirler gerçekten öğrenilmiş olmayacaktır.
Büyük bir mütefekkirin, bir dava adamının, Türk siyasi tarihinin mümtaz bir şahsiyetinin ve haza bir Erzurum beyinin 20 yaşında bir delikanlıyı, o delikanlının aklının almayacağı şekilde “adam yerine” koyması, odaya girince ayağa kalkması, hâl hatır sorması, içten samimi ancak her daim vakur edası ile sohbet etmesi, fikirlerini ölçülü şekilde ifade etmesi kitaplardan talimle, ezberle öğrenilebilecek hususlar değildir.
Bir gencin böyle meclislerden, bu meclislere anlam ve değer katan şahsiyetlerle münasebetten mahrum yetişmesi telafisi mümkün olmayan kayıplardır. Gençlerin programlarında muhakkak mühim ve muhterem hizmet, himmet ve ilim erbabı kimseleri ziyarete yer vermeleri gerekmektedir. Bu şekilde hem oturup kalkmayı, hizmeti, hürmeti ve hasılı usul adabı bizatihi müşahede ederek birer ahlaki kaide halinde edinmeleri sağlanmalıdır. Bu, gençleri aşırılıklardan uzak tutacak, bir milletin ferdi olmanın şuurunu kazandıracak en emin usuldür.
Yine milliyetçiliğin metin merkezli olmasının doğuracağı mahzurları giderecek bir yol da yaşadıkları, okumaya geldikleri memleketi, şehri tanımalarını sağlamaktır. Bu tanıma coğrafya, kültür, tarih ve insan unsurlarını kuşatacak bir bütünlük arz etmelidir. Bu hususta rahmetli Haluk Dursun hocanın faaliyetleri tekrar ciddiyetle gözden geçirilmeli ve örnek alınmalıdır. Gençler Türk tarihini, kültürünü müşahhas numuneler, eserler üzerinden, coğrafi ve insani boyutlarını da içine alacak şekilde öğrenmelidir.
Gençlerin siyasi yapılar ve siyaset ile alakaları en kritik meselelerin başında geliyor. Gençler teşkilatçılığı bilmeli, millete hizmet gayesiyle içtimai ve siyasi sahaya atılacakları zamana hazırlıklı olmalıdırlar. Ancak siyasi partilerin ne bir fikir teşekkülü ne de kapısına mürit olunacak bir tekke olmadığını anlamaları sağlanmalıdır.
Türkiye’nin jeopolitik, sosyal, iktisadi meselelerinin tek çözüm yeri, milliyetçiliğin devlet iradesine dönüşmesinin tek aracı, medeniyet meselelerinin çözüleceği mecra siyaset değildir. Siyaseti bir sahne ve tiyatro işi olmaktan kurtaracak, siyasete ciddiyet ve irtifa kazandıracak kadrolar siyasetin güç ve menfaat çarklarına kurban edilmemelidir.
Milliyetçiliğin kendi dili, üslubu, tavrı ve fikri derinliği vardır. Sosyal medyanın lümpen, soysuz dilinin milliyetçiliği ele geçirmesine müsaade edilmemelidir. Milliyetçilik hesabına kutsallarımıza saldıran alçaklardan, milliyetçiliği batı dışı doğulu toplumlara ve daha özel olarak Kürtlere düşmanlık şeklinde ifade eden dar görüşlü, cahil ve hödük çiğliklerden gençler sakındırılmalıdır.
Yazının başında bahsettiğim küresel meselelerin de yazının sonunda bahsettiğim güncel meselelerin de halli zannediyorum ki Merhum S.Ahmet Arvasi gibi,Nevzat Kösoğlu gibi, Merhum Haluk Dursun gibi gibi gönül ve irfan ehli kimselerin gençlere sahip çıkma niyet ve gayretleriyle aşılabilir. Yoksa bol tahsisatlı vakıf dernek binalarındaki faaliyetler, beş yıldızlı otellerdeki programlar, makam odasına sıkışmış çalışmalar bize çare olmaz. Bu gösterişe ve suniliğe, yapmacıklığa tepki olarak gidilen keskin ve radikal söylemli mecralar da gençlerin kurtarıcısı değildir. Vesselam…