Üzülerek söylemek zorundayım ki, turizmde baş aşağı gidiyoruz. Evet dünyada eski hovardalık, eski zenginlik, eski coşku ve güven pek kalmadı ama, insanlar yine de geziyor. İstatistikler dünyanın değil,Türkiye’nin alarm verdiğini gösteriyor.
Son 10 yılda hata üstüne hata yaptık. Geçmiş 40 yılın başarılı tırmanışını tehlikeye düşürdük. Ülkeyi yönetenler turizm gelirini sevdiler ama, turizme pek sıcak bakmadılar. Hele son iki yılı hiç sormayın, ilgisiz birini Bakanlığın başına getirerek, turizmi iyice sahipsiz bıraktılar.
Turizm çok hassas bir sektördür. Huzur, güven ve istikrar ister. Sadece doğal güzellikler, tarihi zenginlikler, güneş-deniz-orman üçlüsü yetmez. Ülkenin yaşam dokusunu bozmaya kalktınız mı, çağdaşlıkta patinaj yapmaya başladınız mı, islami model hayaliyle yaşadınız mı, turizmin canına okursunuz. Buna bir de dış politikanızdaki hataları, bölgeyi yangın yerine çeviren tutum ve davranışları, insanlık adına iki milyondan fazla kontrolsüz insanı ülkeye sokmayı da eklerseniz, geldiğimiz acıklı noktayı sürpriz saymayın.
Ne yaptıysak biz yaptık. Kurşunu kendi ayağımıza sıktık. Güçlü bir sektörü tehlikenin kucağına attık. Yarım asırlık ve tuğla tuğla üzerine koyarak sabırla yükselttiğimiz Türk turizminin geleceğini şimdi düşünen yok. Hala havaalanları, hala oteller yapılıyor. Turist yoksa ortalıkta, sayıları giderek azalıyorsa bunca yatırımı niye yapıyoruz ki?
Efendim Ruslar gelmiyormuş, Avrupa’da para azalmış, dünya ekonomisindeki daralma haliyle bizi de vuruyormuş. Geçin efendiler geçin, bırakın bu mazeretlerin arkasına sığınmayı, bu hikayelerle uyutmayın milleti. İspanya’daki, Fransa ve İtalya’daki, Çek Cumhuriyetindeki tırmanışa ne demeli? Turist oraya gidiyor da, bize niye gelmiyor acaba?
Bunca tecrübeyi, bunca iyi yetişmiş deneyimli bürokratı, bunca turizm reformlarının kazanımlarını tek kalemde sildik attık. Son yıllara kadar, rahmetli Turgut Özal’ın turizm mirasıyla idare eder gibi göründük. Ama alttan alta, güya çaktırmadan turizmin dibini oymaya devam ettik. Yok içki yasağıymış, yok mahalle baskısıymış, yok toplum dokusuna saygıymış hikayeleriyle geçirdik günlerimizi. Doğru dürüst bir turizm politikamız yoktu ama, yine de yere düşmemeye, sektörü fazla bunaltmamaya dikkat ettik. Fakat son iki yılda, dış politikamızdaki inanılmaz yanlış ve hatalar, işin tuzu biberi oldu. Şimdi pirinci ayıklama dönemini yaşıyoruz ama, bu kadrolarla bırakın ayıklamayı, böyle giderse pirincin kendisini bulamayacağız.
Bu satırların yazarı, Turizm Bakanlığının kuruluşunu,gelişmesini yakından izlemiş, Cumhurbaşkanlığında 3 yıldan fazla Turizm ve Çevre Başdanışmanlığı yapmış, turizm reformlarına katkıda bulunmuş, turizm-çevre köprüsünü sağlamlaştırmaya çalışmış bir fanidir. Geriye dönüp 50 yıllık bir geçmişe baktığımda, bin bir fedakarlıkla yapılan idari altyapının, reformist yaklaşımların, deneyim ve bilgi zenginliğinin büyük ölçüde zarara uğradığını ve özel sektörün azim ve sabrı da olmasa, Türk turizminin ayakta kalmakta zorlanacağını görüyorum.
Turizm Bakanlığı bugün tanınamayacak bir hale geldiği gibi, yaptıklarıyla Türkiye’ye bir kuruşluk fayda sağlamıyor. Yetişmiş, tecrübeli ve işi bilen bir tek personeli kalmamıştır. O zor yetişen kadroların hepsi, genç yaşlarında kapı önüne konulmuş, bakanlık bilgisiz, konudan habersiz ama siyasi iktidara yakın kimselere teslim edilmiştir. Evet, geçmiş kadroların da çok iyi ve profesyonel olduğu söylenemez ama, hiç değilse bugünkünden çok daha iyi işler yaptıkları ve turizmin tırmanışına uzun yıllar omuz verdikleri inkar edilemez. Kim ne derse desin Türk turizmi, akıllı Başbakanların ve değerli bürokratların ama atılımcı ve heyecanlı bir özel sektörün elinde yükselmiştir. Bugün geldiğimiz nokta, mevcut kadronun elinde süratli bir düşüşü yaşamaktır.
Peki ne yapmalıyız ki, bu feci gidişi en azından yavaşlatmalı ve raydan çıkan Türk turizmini yine eski ve başarılı rayına sokmalıyız? Bunun için geçmişin tüm deneyimli kadrolarını, tüm resmi-sivil- mesleki kuruluşlarını kapsayan bir "Milli Turizm Konseyi"ni kurmalı, sorunu enine boyuna tartışmalı ve ortaya çıkacak sonuçları, samimiyetle hayata geçirmeliyiz. Hem de vakit geçirmeden..