Artık devleti yanlış yapmadan yönetmemiz lazım. Yönetimin artılarıyla eksileri mukayese edildiğinde, eksilerin giderek çoğaldığı açıkça görülüyor. Bunun sebebi tecrübeye değer verilmemesi, farklı görüşlere kulak asılmaması ve (benim gibi düşünmeyen düşmanımdır) saplantısında ısrar ve inat edilmesidir.
Bütün dünya büyük bir bela ile uğraşıyor. Genel bir yardımlaşma, bilgi desteği, her görüşten yararlanma ve ortak mücadele gayreti dikkati çekiyor. Tüm devletler deneylerden, yararlı uygulamalardan, yeni buluşlardan istifade etmeye çalışıyor. Herkes birbiriyle konuşuyor, herkes birbirini izliyor, belayı çabuk ve kolay savuşturacak kararlar üzerinde ortak kafa yoruluyor.
Biz neden yapamıyoruz bunu? Niçin tüm partilerin liderleri bir araya gelmiyor? Neden elele verip milletin karşısına birlikte çıkmıyorlar ki? TBMM’yi niçin ve neden daha etkili şekilde çalıştırmıyorlar acaba? Eleştirilere, akıllı yol gösterimlerine, çözüm önerilerine kulak asmak yerine, niye tepki gösterilir? Aklı başında insanların bunu anlaması mümkün değil.
Çok zorlu bir süreçten geçmemize rağmen, hala yardım kavgalarına tanık oluyoruz Belediyeleri devre dışı bıraktığımız yetmiyormuş gibi, şimdi de aşevlerini engelliyoruz. Böyle bir zihniyetin, böyle bir anlayışın faydasına inanmak mümkün mü? Halkı rahat bıraksak, yardım cömertliğinde kimse tutamaz bizi. Ancak yönetime güven sorunu varsa eğer, haliyle yardım arzusunda da çok büyük bir fire çıkıyor ortaya. Bunu göremiyorlar mı, bizi yönetenler fark edemiyorlar mı bu güvensizliği?
Yönetim bir karar alırken, enine boyuna iyi düşünmek ve sonuçlarını iyi değerlendirmek zorundadır. Hazırlıksız kararlar büyük sıkıntı ve sancılara sebep olur. Örneğin gece yarısına doğru ilan edilen sokağa çıkma kararı,büyük bir paniğe ve karambola sebebiyet vermiştir.Millet ekmek ve erzak alabilmek için sokağa fırlamış,uzun süredir dikkat edilen evde kalma ve mesafe önlemlerini bir anda tepetaklak etmiştir. Oysa yasak sabahtan ilan edilse, herkes akşama kadar tedbirini alır, böylece Corona ile uğraşan sağlık ordusuna da saç-baş yoldurulmazdı.Şimdi bunu eleştirenlere kızmak yerine,yapılan yanlıştan ders çıkarmamız lazım.
Doğrularımız da var ama, son zamanlarda çok yanlış yapıyoruz. Yardım toplamaya çalışan devlet, artık arşa çıkan masraflarını kısmayı düşünse ve genel bir tasarrufa yönelse,milletin yardımından beklediği gelirin üç katını hemen elde eder. Ama öyle yapmak yerine hala resmi araba saltanatını körüklüyoruz. Cumhurbaşkanlığına ve Meclis Başkanlığına mevcutları yetmiyormuş gibi, yeni arabalar kiralıyoruz. TBMM için kiralanacak 27 araca 5 milyon TL ayırmışlar. Olacak iş mi? Elimde yetki olsa resmi makam araçlarının çoğunu devreden çıkarır,aracını devlet hizmetinde kullananlara ayda 150-200 TL yakıt yardımı yapardım. Böyle bir tasarrufun büyüklüğünü düşünebiliyor musunuz? Araç sahibine resmi araba tahsis
et, ev sahiplerine lojman ver, mebusun emeklisine çift maaş öde… Ohhh ne ala memleket.
Aslında tasarruf da devlete büyük bir yardımdır.Korona için iki hastane inşaatı yapmak yerine, Atatürk Hava Limanındaki bomboş binalardan birini hemen hastane haline getirmek mümkündür. Böylece inşaat için 45 gün beklemek ve dünyanın parasını harcamak zorunda da kalmayız. Keza Kadıköy yakasında ikinci bir hastane yapacağımıza, Kurtköy’deki otomobil yarış alanına derhal masrafsız bir sahra hastanesi kurabiliriz. Ayrıca şehir hastaneleri nedeniyle boş tutulan hastaneleri hemen devreye sokabiliriz. Bunları düşünmek varken,inşaatı düşünmek ve para yatırmak akıllıca bir iş mi?
Kendimizi çok akıllı sayıp ortak aklı pas geçiyoruz ama, yapmayı düşündüğümüzü de akıl süzgecinden niçin geçirmeyiz acaba? Hapishanelerdeki bulaşıcı virüse engel olabilmek için, mahkumları belli kurallar içinde serbest bırakma kararı, kim ne derse desin hem akıllıca ve hem de insani bir karardır. Ancak bu kararı geciktirmek ve düşünce suçlarının hepsine (terör) gözüyle bakmak doğru olabilir mi? Siyasilerin tartışmaları yüzünden tahliyeler hayli gecikince, mahkumların Corona’ya yakalanma ihtimali de o derece artıyor.Bunu siyasetçiler görmüyorlar,peki bilim kurulu da mı farkında değil işin?
Son yıllarda Diyanetin peş peşe arttırdığımız ve Milli Savunma, Milli Eğitim, Enerji, Adalet, İçişleri ve Tarım Bakanlığı bütçelerinin çok üzerine çıkardığımız ödeneğini biraz kıssak, milletten beklediğimiz yardıma gerek kalmaz.
Biz kalkmış bütçe zenginliğinden başı dönmüş diyanete bir de Heybeliada Sanatoryumunu hediye ediyoruz. Neymiş, burada dini eğitim yapacakmışız. Yahu okulların çoğunu zaten imam hatibe çevirdik. Ülkenin imam hatibe değil, teknik ve yaratıcı adama ihtiyacı var.Her caddeye iki cami yerine okula, fabrikaya ihtiyacı var. Yeni hapishaneler yerine yeni işyerleri kurmalıyız. Bunları düşüneceğimize hala diyaneti düşünüyorsak eğer, örtki ölem kardeşim…
Bütün bunların dışında önemli bir hususun daha üzerinde durmalıyız. Fikir, düşünce ve basın özgürlüğünden korkmamalıyız. Bunu eyleme dönüştürmedikçe, bırakalım herkes kafasındakini açıkça anlatsın, oturup yazsın. Bundan niye korkulur ki? Kuralları çiğnemeyen, usulsüzlük yapmayan, devletin imkanlarını milletin hizmetinde eşit ve adil kullanan yönetimler, eyleme dönüşmeyen görüş ve fikirlerden korkmazlar, aksine yararlanırlar.
Öyle değil mi?