Yüce Türk devletini yönetenlerin ağzı, son yıllarda iyice bozulmaya başladı. Dillerin ayarı kaçtı, ağızlardan çıkanları kulakları duymaz hale geldi.
Tepeden aşağıya doğru bir sokak dili, önemli mevkileri işgal edenlerce artık sık kullanılıyor. Oysa o makamlarda oturanların en dikkat edecekleri şey, dillerine ve öfkelerine hakim olmaktır. Bir Cumhurbaşkanı, bir Başbakan, bir Bakan aklına eseni ve ağzına geleni söyleyemez. Dünyada diplomasi dili diye nazik bir dil vardır ki, milleti temsil edenlerin buna riayetleri zorunludur.
Hatırlayın “one minute” olayını. Tribünlere sempatik geldi ama, Türkiye’ye dünyada müthiş itibar kaybettirdi. Ey Amerika, ey Fransa, ey Almanya lafları kahvelerde alkış topladı ama, uluslararası platformda beklenen etkisini elbette göstermedi. Yani biz ey Amerika dedik de, Amerika (buyurun efendim bir arzunuz mu var?) diye mi sordu? Yoksa her fırsatta Türkiye’ye zarar mı verdi? Türk-Amerikan ilişkilerinin geldiği son duruma bakın, ne demek istediğimizi anlarsınız. Peki ey Almanya ne oldu? Bakanlarımıza salon bile vermediler. Hele son zamanlarda Türk düşmanlığı iyice azdı. Bütün bunlara davranış ve dil bozukluklarının sebep olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
Bir ülke spor kulübü gibi, Güvercin sevenler derneği gibi, Kunduracılar Odası gibi yönetilemez. Oraların bile
tüzükleri vardır ve bunun dışına kolay çıkılamaz. Kulüp, dernek ve odaların Başkan ve yönetimleri bile, konuşmalarına dikkat etmek, çevrelerini ve üyelerini kızdırmamak zorundadır. En küçük kuruluşların dahi itina ettiği bir üsluba devletin kayıtsız kalması ve kahve edebiyatını tercih etmesi çok üzücü ve düşündürücüdür.
Böyle giderse korkumuz, hani tuvaletlerin kapı arkalarındaki ’’bunu yazan Tosun’’ deyimlerinin de devlet ve siyasi hayatımıza bulaşmasıdır. Devlet adamları millete örnek olmak zorundadır. Oturuşuyla, kalkışıyla, konuşmasıyla, giyimiyle hepimize model olmaları gerekmez mi? Nezaket, sükûnet, hoşgörü, tevazu devlet adamlarının olmazsa olmazları arasındadır. Bizimkilerin, bunlara riayet etme zorunluluğunu göz ardı etmemeleri gerekir.
Bir Başbakan’ın “abidik gubidik’’ gibi bir argoyu, toplulukların karşısında kullanmaması lazım. Evde torunlarıyla oynarken bile, böyle lafları ağzına almaması, diline çok dikkat etmesi gerekir. Bizim Başbakanımız, televizyonlardan gördüğümüze göre espriyi çok seviyor ama, espride de dil kullanımı çok önemli. “Dinleyenleri güldüreceğim” diye, her aklına eseni söylememeli, her espriyi yapmamalı ve hele argoyu hiç düşünmemelidir. Şimdi evlerde çocuklar anne ve babalarına “abidik gubidik’’ nedir diye soruyorlar. Büyükleri ne desin şimdi onlara, ’’Aman yavrum sakın söyleme bunu, iyi bir şey değil’’ deseler, çocuk “Kötü bir şey olsa Başbakan amca söylemez’’ demez mi?
Şimdi geliyorum önce Dışişleri, sonra da İçişleri Bakanlarımıza. Bir Dışişleri Bakanı düşünün ki, Almanya’da Berlin Turizm Fuarında küfürlü konuşuyor. Küfürün cinsini, kirliliğini, iğrençliğini haydi yazmayayım ama, bir Türk Dışişleri Bakanının ağzına o laflar yakışır mı? Diplomasinin en ince noktalarına kadar bilmek zorunda olduğu bir makamı işgal eden kişi, sokak ağzıyla konuşamaz, küfredemez. Orada Türk milletini temsil ediyor, bunu nasıl unutur, nasıl söyler o sözleri? Bunu yapan bir Dışişleri Bakanını, Afrika ülkeleri bile anında görevden alır. Her görevin bir özelliği vardır. Oyunu kuralına göre oynamayana kırmızı kartı hemen gösterirler. Asıl neye üzüldüm biliyor musunuz, bakanı dinleyenlerin alkış tutmalarına. Bizim insanımıza bir haller oldu. İyiyi ve güzeli değil, kötüyü ve çirkini alkışlar hale geldik. Allah sonumuzu hayretsin.
Ya İçişleri Bakanına ne demeli? Bir gazeteciyi hedef yapmış, öyle laflarla saydırıp duruyor ki, insan olarak utanmamak mümkün değil. Milletin karşısında konuşurken kendisini kaybediyor ve öyle şeyler söylüyor ki, söyledikleri değil bir bakana mahalle kabadayılarına bile yakışmaz. Ertuğrul Özkök’e kızmış, verip veriştiriyor kürsüden. Seversiniz sevmezsiniz Özkök, 20 yıl Türkiye’nin en büyük gazetesini yönetmiş, iyi eğitilmiş ve donanımlı bir gazeteci. Neye öfkelendi bilemem ama, bir bakan ona “sen git nonoşlarla beraber ol’’ filan gibi yakışıksız sözler söyleyemez, söylememeli. Hele bir gazeteciyi hedef gösterme gibi bir hatayı, asla yapmamalı. Yaparsa, ona bağlı güvenlik güçleri öfke ve kızgınlıkları talimat olarak anlayabilir ve sonuçta üzücü olaylar meydana gelebilir.
Bu can sıkıcı, tatsız ve üzücü konuyu daha fazla uzatmak istemiyorum. Ama ülkemi yöneten insanlardan işgal ettikleri makamlara daha uygun şekilde, daha efendice ve dillerine iyice dikkat ederek hareket etmelerini istiyorum. Hay Allah dilim sürçtü, az daha ben de devlet büyüklerimize karşı dikkatsizlik yapıyordum. İstiyorum değil, rica ediyorum diyecektim…