Ülkemizin yerinden oynayan çivileri iyice laçkalaştı. Devletin kurumlarını sallamayanlar, kararlarını tanımayanlar, ettikleri namus yeminlerine uymayanlar, terörü milletin meclisine taşıyanlar, vatan evlatları dağlarda ve sınırlarda şehit olurken siyasi kavgalara devam edenler, güzelim Türkiye’yi perişan ettiler.
Tankımızla, topumuzla, koskoca ordumuzla, özel harekatçı gözüpek polislerimizle, bazı yerleri aylardır temizleyemiyoruz. Millet (bu nasıl iştir) diye söyleniyor. Öyle ya, Güneydoğu’daki bazı ilçelere hala hakim değiliz. Halk teröristlerden korkuyor. Bu yüzden devlete yardım edemiyor. Bölgede bombaları patlatanlar, mayınları döşeyenler, barikatlar kurarak yolları tahrip edenler, devlet binalarına ve araçlarına saldıranlar tanınıyor, biliniyor. Ama kimse bunları korkudan ele veremiyor.
Ağzımıza almak istemiyoruz, söylemeye çekiniyoruz ama, güneydoğuda resmen harp ediyoruz. Hem dışardan, hem içerden vuruluyoruz. Ermenilerin beslediği ve kışkırttığı kürt teröristler, batının ve süper güçlerin güya gizli desteğiyle şehirlerimizi harabeye çeviriyor, insanlarımızı göçe zorluyor. Oralarda gündüz kuzu gece kurt postuna bürünenler de destek verince, bir türlü asayişi sağlayamıyor, huzuru oturtamıyoruz.
Böyle bir tabloda bile ülkenin yöneticileri, dilleriyle ortamı germeye devam ediyorlar. Güneydoğu’da silahlı savaş ile Ankara’da keskin dil savaşı sürüyor, iktidarla muhalefet karşılıklı birbirlerine verip veriştiriyor. Dil savaşının memlekete bir kuruşluk faydası yok. Aksine milleti sinir hastası yapıyor. Ülkede harp var, başkomutanlık sıfatını da taşıyan idarecilerimiz, Fildişi Sahillerinde, Gana’da, başkanlık ya da yarı başkanlıkla yönetilen yerlerde dolaşıyorlar. Neymiş, hem ziyaret hem ticaret yapıyorlarmış. Ziyaret sebebi, oralardaki yönetim modellerini incelemekmiş. Hazır gitmişken ticareti ve ihracatı da arttırmakmış. Yönetim modelini incelemek için dünyanın öbür ucuna gitmeye, inanılmaz masraflar yapmaya ne gerek var? Oradaki büyükelçine talimatı Dışişleri Bakanlığınca verdirirsin, sana yönetim modelini yarım saatte fakslarlar. Hatta skype ile görüntülü şekilde on para harcamadan masrafsız geçerler. Ticareti arttırmaya gelince, heyetin oralara gitmek için yaptığı masraflara yazık. Gana ile ticareti geliştirsen ne olur, Fildişi sahillerine ihracat yapsan ne olur? Kaç kuruş girer hazineye, hiç hesabını yaptılar mı?
Cumhurun başının şu sıralarda yerinde oturması, tedirgin olan millete moral vermesi, ortalığı yatıştırması, huzurumuz için canını veren asker ve polislerimizin yanında görünmesi daha doğru olmaz mı? Fildişi sahiline gideceğine Karadeniz sahiline gitse, orada doğayı korumaya çalışan Artvin halkını yatıştırsa, o vatansever insanları biber gazından kurtarsa, ilk defa doğru bir iş yaptığına tanık olacağız. Gana’ya gideceğine Diyarbakır’a da gidebilirdi, Silopi’ye de, Cizre’ye de.. Tek başına gitmiyor ya, nasıl olsa koruma ordusuyla dolaşıyor.
Cumhurun büyük bir bölümü sahipsiz. Başa geçirdiği yönetici, milleti sarıp sarmalamıyor. Kendisini desteklemeyeni adamdan saymıyor. Aklına eseni yapıyor, sorguya ve denetime izin vermiyor. Günümüzde dini politikaya alet etmenin şampiyonluğunu yaşıyoruz. Diyanet işlerine dünyanın parasını ayırıyoruz. Ayrılan para en önemli beş bakanlığın toplam bütçesinden fazla. Ahirete yatırım, ülkeye yapılan yatırımı geçmeye başladı.
Yeri gelmişken bir konuya daha değinmek istiyorum. Her fırsatta yazıyorum, söylüyorum. Bu kadar milletvekiline ne gerek var? 200 milletvekili neyimize yetmiyor? Parlamento’ya yaptığımız büyük masrafa yazık. Dünyanın hiçbir ülkesinde Parlamento üyelerine sekreter, danışman, şöför kadrosu verilmiyor. Telefon ve özel araçlarına yakıt yardımı yapılmıyor. Bizim Parlamentomuz dünyanın en masraflı Parlamentosu olarak dünyada dikkati çekiyor.
Bu kadar para ödememize rağmen, ülkenin hastalıklarının tedavisinde bir faydasını görsek, yine de mesele yok diyeceğiz ama, attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmiyor. Milletin vekili, milletin aslından daha iyi yaşıyor, çok daha fazla para kazanıyor, ama bu kazancın karşılığını vermiyor. Öyle imtiyazlara sahipler ki, duyanın dudağı uçuklar. Bizim mebusların kendileri yetmiyormuş gibi, aileleri de özel hastanelerden ücretsiz yararlanıyorlar. Kırmızı pasaport alıyorlar. Yeni bir kararla trafik cezası da ödemiyorlar, eş ve çocuklarına yazılan cezaların da kaldırılmasını sağlamaya çalışıyorlar. Ayıp, hem de çok ayıp… Hele eski milletvekilleri de aynı hakları istemiyorlar mı, çileden çıkacağı geliyor insanın. Yeter beyler hanımlar, düşün artık milletin yakasından. Nedir bu imtiyazlar, ayrıcalıklar? İçlerinden hiçbiri de itiraz etmiyor avantajlara. Mebusların cüzdanına, itibarına girecek bir şey mi var, Anayasa ve yasa değişikliklerinde anlaşamayanlar, hemen bir araya gelip canciğer kuzu sarması oluyorlar, avantaj kararlarını hemen imzalıyorlar. Allah için biri çıkıp da, (millete karşı ayıp oluyor beyler. Biz bu kazanç ve imtiyazları hak etmiyoruz) demiyor.
Eskiden biz Parlamento muhabirleri, Meclis’in ve milletvekilinin ülkeye kaça mal olduğunu araştırır yazardık. Üstelik tespitlerimizi, dünyanın diğer Parlamentolarıyla karşılaştırırdık. Hatta ödediğimiz paraya karşılık, Parlamento üyelerinden ne hizmetler aldığımızı da belirtirdik. Hiç unutmam, bir dönemde 45 civarında milletvekilinin yemin hariç Parlamento kürsüsüne hiç çıkmadığını,107 milletvekilinin ise yolluk almalarına rağmen seçim bölgelerine hiç gitmediklerini tespit etmiş, bunu kamuoyuna duyurmuştuk. Şimdi nedense Meclis’te görevli gazeteciler bunu yapmıyor, işin kolayına kaçıyorlar.
Son olarak, korkak bir millet haline geldiğimizi de vurgulamak istiyorum. Allahtan başka kimseden korkmaması gereken insanımız, gölgesinden korkar ve ürker hale geldi. Ülkede bunca rezalete kimse korkudan sesini çıkaramıyor. Felakete doğru gidiyoruz ama, bunu fısıltı halinde bile söylemekten çekiniyor herkes. Aman duyulmasın, bir şikayet eden olur da, mahkemelerde uğraşır, cezaevine düşeriz. Çoğunluk böyle düşünüyor. Korkunun ecele faydası yoktur. Eğer haklıysak, itirazlarımız doğru ve yasalara uygunsa, vatandaşlık hakkımızı kullanıyorsak, korkmamalıyız. Yeter ki, hukuka ve yasalara saygılı davranalım.