Çok matrak bir ülkeyiz. İnanılması güç kararlar alıyoruz. Bunları uygularken de işleri Arap saçına döndürüyoruz.
Devlet idaresi çok güç ve ciddi bir iştir. Yapmayı düşündüğünü enine boyuna tartacaksın, sonuçlarının nereye varacağını iyi hesap edeceksin, hiç açık kapı bırakmayacaksın. Öyle yapmazsan ortalık, yasaklama kararlarında olduğu gibi birbirine giriyor. Sadece yasak demekle işler yürümüyor ki. Haldeki sebze ve meyveleri düşünmeden, yerel üreticilerin elindeki malları dikkate almadan getirdiğin yasak, tonlarca gıdanın çürümesine, insanların telafisi mümkün olamayan zararlara girmesine yol açıyor. Gürültüler artıp çığlıklar ayyuka ulaşınca, bu sefer sokağa çıkma yasağına rağmen semt pazarlarını açıyorsun. Üstelik de (yürüme mesafesi) şartını koşuyorsun. Herkesin evi pazarın yakınında değil ki. Yürüyerek nasıl taşısın aldığı sebze ve meyvaları evine. Yaşlısı var, hastası var, emeklisi var, güçsüzü var, bunlar ne yapsınlar? Haydi ortalık bir daha karışsın ki,pazara araçla gidişe de izin çıksın.
Oturmuş bu yazıyı yazarken, belediye hoparlörleri halka çağrılar yapıyordu. Kızılay tırları şehre gelmiş, kan bağışı yapacak yurttaşları bekliyormuş. Yahu sokağa çıkma yasağı yok mu, o yurttaşlar nasıl gitsinler Kızılay’ın bağış tırlarına? Hele bir çıkın bakalım sokağa, polise mi yoksa jandarmaya mı, bekçiye mi ya da zabıtaya mı yakalanırsınız Allah bilir. İzin belgeleri de ayrı bir hikaye. Çalışanlar önce polis veya jandarmadan alabiliyorlardı izni. İki gün sonra hepsini iptal ettiler ve izinleri e-devlet şifresinden alma mecburiyetini getirdiler. Çoğunun e-devlet şifresi yoktu, almak isteseler postanelere ulaşmak zordu. Alsalar bile bu şifreyi internetten geçerli hale getirip resmi izne ulaşmaları deveye hendek atlatmaktan bile güçtü. Millet hala e-devletten izin çıkarmaya uğraşıyor. Biraz daha uğraşırlarsa yasak bitecek zaten.
Yasağı çok rahat savuşturanlar da yok değil. Cadde ve sokaklara bakıyorsunuz, devlet kararlarına saygı gösteren küçük bir azınlık hariç çoğunluk dışarda. Güya yasak var, araçlar normal günden beter trafiği tıkamış durumda. Herkesin elinde iyi-kötü-yeterli-yetersiz bir kağıt mevcut. Polis ve Jandarma da ne yapacağını şaşırmış vaziyette. Herkesin bir mazereti, bir derdi var. Tümünü dinlemeye kalksa, trafik iyice tıkanacak. Kimine (geç) kimine (sağa çek) diyor görevliler. Eğer sokağa rahat çıkmak isterseniz iftar saatini bekleyin. O sürede ne arayan var nede soran. Allah kabul etsin çoğu iftarlarını açıyorlar. Bu durumda size izin belgesi soracak pek kimse yok ortalıkta.
Bu yasakları koyanların, örnek olma gibi bir arzu ve gayretleri yok. Aksine ihlali için ellerinden geleni yapıyorlar. Millet akrabalarını iftara çağıramazken onlar, toplu iftar yemekleri vermekte ve verilenlere katılmakta mahzur görmüyorlar. Hem de televizyon kameralarının önünde yapıyorlar ki bunu millet görsün. Ama televizyonlarda haber olan asıl bir olay vardı ki, yapılan gerçekten affedilecek gibi değil. Cemaat yasak filan dinlemeyip camiye girmiş. Görevliler onları dışarı çıkaramayınca polis çağrılmış. Elinde coplar ve biber gazıyla camiye dalan polisler, gezi olayını bastırır gibi dalmışlar millete. Bir yandan coplarını sallıyorlar, beri yandan biber gazını sıkıyorlar, öte yandan yerlerde sürüklüyorlar direnenleri. Bu görüntüler, üstelik de mübarek Ramazan ayında hiç de hoş değildi. Polis daha sakin davranabilirdi, camiye ayakkabılarıyla girmeyebilirdi, daha yatıştırıcı ve ikna edici bir dil kullanabilirdi. Ama geçmişin iyi eğitilmiş, daha bilgili ve disiplinli, halkına daha saygılı polisi gitmiş, yerine yetkilerini acımasızca ve sorumsuzca kullanan siyasi ağırlıklı bir kadro gelmişti. Öyle olunca bu ve buna benzer olaylara daha sık şahit olmaya başladık.
Memur devletin memuru olmalı. Kişisel çıkarları için siyasi partilere yaslanan memurlar, görevlerini yasaların emrettiği şekilde değil, efendilerinin istediği şekilde yapınca, ciddi yönetim fotoğrafı iyice bozuluyor. Türkiye’nin çok iyi, çok deneyimli, çok profesyonel bir güvenlik kadrosu vardı. Poliste de, Jandarmada da vardı bu kadro. Ama siyasetin eli bu kuruluşlara iyice girince ve ülkedeki inanılmaz değişiklikler ve hareketler yaşanınca, ister istemez dağıldı bu saygın güç. Yerine daha genç, daha deneyimsiz, tam yetişmemiş bir kadro yerleşince, üstelik bu acemi kadro siyasi rüzgarlara göre de şekillenince, günümüzün şikayetleri daha belirginlik ve süreklilik kazandı. Güvenlik kuvvetlerimizin içinde görevini devletine, milletine ve yasalara bağlı olarak yapmaya çalışan pek çok insanımız mutlaka vardır ama, aksine hareket edenlerin sebep olduğu olaylar, böyle toptan ve olumsuz değerlendirmelere de yol açıyor işte.
Milletimizin rahatı, huzuru ve güvenliği için gecesini gündüzüne katan, dağlarda teröristlerle ve vatan hainleriyle boğuşan tüm polis ve güvenlik güçlerimizin önünde saygı ve şükranla eğilirken, şehir merkezlerimizde görevli polis ve bekçilerin de halkımıza daha saygılı ve hoşgörülü davranmalarını istemek de doğal olarak hakkımız. Bunu yazmamın sebebi, yine televizyonlarda gördüğüm ve kadınları yerlerde sürükleyen polis müdahaleleri. 1 Mayıs’ta ara sokaklardan yasak olmasına rağmen Taksim’e çıkmaya çalışanları normal olarak engellemeye çalışan polis, kadınlara gerçekten çok sert ve acımasız davrandı. Ters kelepçe takarken kollarını koparacaktı adeta. Yerde inleyen, çığlık atan kadınlara bu davranışı Türk polisine yakıştıramadım. Gerçi bazı insanlarımızın polislere yaptıkları kötü ve çirkin muameleleri görmezlikten, ettikleri galiz küfürleri duymazlıktan gelemeyiz. Biz nasıl polisten halka saygı bekliyorsak, halkın da polislerimize saygılı davranmalarını ve onlara görevlerini yaparken zorluk çıkarmamalarını öğrenmeliyiz.
Aslında şaka gibi yönetim tarzı için yazacak çok şey var ama, yerimiz az maalesef. Son olarak resmi basın kartı sahibi gazeteciler için üç defa değişen İçişleri Bakanlığı kararının, hala doğru dürüst anlaşılamadığını da belirtmeliyim. Karar Cumhurbaşkanlığı iletişim Başkanlığınca verilen kartların yasak kapsamına girmediğini açıkça belirtiyor, kontrolü yapan görevliler o kartlara sahip olanlardan ayrıca çalıştığı kurumun belgesini de istiyor. İş güzarlık dediğiniz de bu işte. Aslında kapsamı belirli tüm yasak kararları konusunda Vali ve Kaymakamlara tam yetki tanınması lazım. Her şeye Ankara karışırsa, mahalle pazarlarının açılmasına bile Ankara karar verirse, olacağı budur işte.
Kendi Valilerimize, kaymakamlarımıza, hatta belediye başkanlaımıza inanıp güvenmeyi öğrenirsek eğer, işler çok daha kolay yoluna girer.