Türkiye bu kadar kötü bir yönetimi hakketmedi.
Böylesine güzel, kaynakları zengin ve değerli bir ülke nasıl olur da hepimizi endişelendiren bir duruma düşer? Kontrolsüz, hesap sorulamayan, ne yaptığını ve yapacağını kendinden başkasının bilmediği bir yönetim modelinden çoğumuz şikayetçiyiz. Aklı başında kimselerin kabul edebileceği bir yönetime sahip değiliz. Ben yaptım oldu gibi bir modele ilk defa rastlıyoruz. İlk defa rastlıyoruz ama, yıllardır da kuzu kuzu peşinden gidiyoruz bu modelin. Hani hem ağlarım hem giderim diyen gelin misali...
Fotoğrafa bakarsanız, modern binalarıyla, yolları, köprü, tünel, havaalanlarıyla, son model otomobil ve yarı dolu lokanta ve şık mağazalarıyla güzel bir görüntü veriyor Türkiye’nin bir kısmı.. Ama fotoğrafın arkasını çevirdiğinizde gırtlağa kadar borçlu, hazinesinde para kalmamış bir devleti, yönetimden beslenenler hariç müthiş şikayetçi bir nüfusu, korkunç bir hayat pahalılığını, milletin gırtlağını sıkan enflasyonu, dar gelirliyi hayatından bezdiren uygulamaları ve iç-dış politikada peş peşe yapılan yanlışları görüyorsunuz.
Kim ne derse desin, Başkanlık sisteminin Türkiye’ye bir hayrı olmamış,bir faydası dokunmamış, aksine çok büyük ve telafisi zor zararlar vermiştir memleketimize. Bunu görmemek ve fark etmemek için, ya siyaset ve yönetimden beslenmek yada kör olmak lazımdır. Bu sistem ve bu modelle 2023’e kadar yürüyemeyiz. Eğer yürümekte ısrar edersek, başımıza daha büyük dertlerin açılacağını bilmeliyiz. Şimdi artık zararın neresinden dönsek kardır diye düşünmeliyiz. Ahmet’in, Mehmet’in,onun bunun başarısını tartışamayız. Başarısızlığımızı da dış güçlere bağlamak yerine, kendimizde aramamız daha doğru olur.
Günden güne ciddi devlet görünümünü hem içerde ve hem de dünyada kaybediyoruz. Öyle akıl almaz işler yapıyoruz ki, inanılır gibi değil. Sadece bizim değil, tüm dünyanın belini büken salgın hastalık bir yandan, yanlış yönetim modelimiz diğer yandan, doğruya yönelmemizi iyiye zorluyor. Buna bir de muhalefetin çok düşük ve günlük performansı eklenince, insanımızın yarına olan umutsuzluğu iyice artıyor.
Kolay değil, askerimiz terörle mücadele ediyor, sınırları zorlayan gelişmeleri ve düşmanlıkları önlemeye çalışıyor, sivilimiz yanlış bir yönetim modelinin içinde bocalayıp duruyor. Neyi tutsak elimizde kalıyor. Milli Eğitim politikamız tam bir felaket halini aldı. Bu dünyaya değil, gelecek dünyaya hazırlıyoruz gençlerimizi. Okullarımızın çoğunu imam hatibe çevirdik. Bu memleketin imama değil, çağdaş kafalı, iyi yetişmiş, teknik ve mesleki bilgilerle donatılmış insanlara ihtiyacı var. Adım başı okul yapacağımıza, adım başı cami yapıyoruz. Diyanete harcadığımız parayla, işsiz kalmayacak gençler yetiştirebilir, fabrikalar kurabiliriz. Dini siyasete alet etmenin çok ağır bedellerini ödemeye başladık. Bu gidişle Türkiye’nin nereye varacağını, daha doğrusu nereye götürülmek istendiğini tarife gerek var mı?
Neyimiz var neyimiz yoksa sattık. Çok önemli şirketlerimiz, bizim bildiğimiz başarılı firmalarımızın çoğunu elden çıkardık. Özellikle Arap’lar, Avrupalılar para kazanan işletmelerimizi, fabrikalarımızı, kaynaklarımızı yokettiler. Ormanlarımızı kele çevirdik, madencilere teslim ettik. Altın çıkaracağız diye, Türkiye’nin oksijen depolarını mahvettiler, toprağını ve suyunu zehirlediler. Şeffaf bir yönetime sahip değiliz ki. Hazine arazileri, koylar ve değerli bölgeler kimlere tahsis edildi, kimlere verildi, kimlere satıldı bilemiyoruz. Eskiden olsa, uçan kuştan haberimiz olurdu. Şimdi öyle değil, gizli ve kapaklı yapılıyor her şey. Basının dikkatinden kaçırılıyor. Gerçi basın filan da kalmadı ya. Yönetime bağımlı bir basın, Türkiye’nin sorunlarıyla uğraşacağına patlıcanın faziletini yazıyor, gece yarılarına kadar süren dizileriyle, yemek ve eğlence programlarıyla televizyonların çoğu halkı başarıyla uyutuyorlar.
Sadece yönetimimiz değil, muhalefetimiz de evlere şenlik. Salı’dan Salıya atılan nutuklarla oturdukları yerden güya muhalefet yapıyorlar. Bizim muhalefet, evden çalışan öğrencilere benziyor. Sahada değil, Ankara’da mecburi görevliler sanki. Bir iki cesur gazete ve üç-beş yürekli internet haber portalı ile 15-20 korkusuz ama gerçek gazeteci, muhalefeti bizim muhalefet partilerimizden çok daha iyi yapıyorlar. Hem de dokunulmazlıkları olmadığı halde. Türkiye’nin geleceğini ciddi olarak düşüneceksek, bu etkisiz ve sorumsuz muhalefetin geleceğini de iyi düşünmeliyiz. Öyle oturduğun yerde, bol keseden bol maaş almak olmamalı artık. Hem milletvekilliğini de meslek olmaktan çıkarmalı,sayılarını 200’e düşürmeli, kendilerine katıldıkları oturumbaşı para vermeli, tüm avanta ve avantajlarını kaldırmalıyız.
İşin şakaya gelir tarafı yok. Anayasası her vesileyle delinen, laiklik ilkesi dümdüz edilen, yasaları çiğnemenin marifet haline geldiği, mafyanın saygı gördüğü, herkesin silahlandığı bir ülke haline geldik. Gerçekleri görmekten ve konuşmaktan kaçmamalıyız. Bu ülke bizim, Türkiye’miz 81 milyonun, bizim gidecek başka bir yerimiz yok. Öyleyse oturup, düşünüp, içinde bulunduğumuz acıklı şartları biran önce elbirliğiyle düzeltmeliyiz. Kaybedecek vaktimiz yok. Su uyur, düşman uyumaz İç ve dış tehlikelerden kurtulmak, ülkemizi düze çıkarmak istiyorsak eğer, siyasi kavgaları biryana bırakıp- oturup adam gibi konuşup, ortak bir çözüm yolunda buluşmalıyız.
Aleyhimizdeki gelişmeler süratle artıyor. Amerika’nın yeni seçilen Başkanı, Türkiye’nin başına öreceği çorapların planını yapmış, ellerini ovuşturup duruyor. Giden Başkan da bizim için kötüydü, gelen de kötü, hem de daha kötü. Şimdi Kıbrıs meselesi, Yunanistan’ın 12 mil ısrarı, Kürtlerin baskıları, Ermenilerin tazminat talepleri filan peşpeşe gündeme gelecek. Birlik ve beraberlik içinde olmazsak eğer, bunların altından nasıl kalkabiliriz? Onun için diyorum ki, kavgayı gürültüyü, itişip kakışmayı ve laf düellosunu bir tarafa bırakıp, oturup geleceğimizi ciddi olarak düşünerek, gerekli kararları alalım. Zaman aleyhimize çalışıyor çünkü...