Çevre konusunda kıyametler kopuyor, ilgilenen yok. Olmaz çünkü, çevre işi Şehircilik Bakanlığının pasif bir ünitesi haline getirildi.
Eskiden Çevre, Orman Bakanlığına bağlanmıştı. Bürokratlar orada kalınca, Şehircilik Bakanlığında Bakan dahil çevreden anlayan kimse yok. Dostlar alışverişte görsün kabilinden güya bir şeyler yapılıyor ama, hepsi hikaye. Oysa biz bu bakanlığı ne amaçlarla kurmuş, ne amaçlarla geliştirmiştik. Eğer müstakil çevre bakanlığımız ayakta kalsaydı ve boğaz vapuru gibi her iskeleye bağlanmasaydı, dünyanın büyük fonlarından yararlanacak ve çevre işi siyasilerin iki dudaklarının arasına bırakılmayacaktı.
Türkiye yanıyor, harp tehlikesi ensemizi yalıyor, biz kalkmış çevreyi savunuyoruz. Böyle düşünenlere hemen cevap vereyim. Evet savunacağız, hem de son nefesimize kadar doğal zenginliklerimize sahip çıkmaya devam edeceğiz. Herkes evinin önünü süpürürse mesele kalmaz. Nasıl sınırlarımızı ve topraklarımızı korumak askerin işiyse, çevreyi korumak da bizim işimiz.
Ha koruyoruz da ne oluyor? Askerin düşmanı belli, ateşle durduruyor düşmanı. Bizim de düşmanımız belli ama, fikirle ve dille açtığımız yaylım ateşine rağmen, oralı olan yok. Bizi yönetenlerin çevre anlayışı, çağdaş dünyanın ve çağdaş kafaların çevre anlayışına uymuyor. O kadar uymuyor ki, köylü ve çiftçiler bile bizi yönetenlerin çok ötesinde.
Örnek mi istersiniz, yüzlerce örnek vermek mümkün.
Karadeniz’deki hes’lere direnenlere bakın, Artvin’de dağlarda nöbet tutan fedakar insanlarımıza bakın, uzaklara gitmeyin, İstanbul ormanları zarar görmesin diye kendini parçalayanları görün. Bitmedi, Ege ve Akdeniz ormanlarını kesenlere, güzelim ormanlarımızı rastgele madenlere açanlara, önüne gelene taşocağı izni verenlere bakın. Göreceksiniz ki, son 10 yıldaki doğa katliamı, Cumhuriyet tarihimizin tamamında yapılmamıştır.
Her yeri betona çevirmek, her karış toprağı çimentoyla örtmek, denizler dahil her yeri kirletmek, turizmden para kazandığımız bölgeleri tanınmaz hale getirmek, ormanları keserek yerine milyonlarca fidan ekmekle öğünmek, son 10 yılın tedavi kabul etmez ve bulaşıcı bir hastalığı olarak dikkati çekiyor. Kestiğiniz muhteşem ağaçların yerine ektikleriniz, enaz 70-75 sene sonra büyüyor, etrafını gölgeleyen bir ağaç halini alıyor. O zamana kadar kim öle, kim kala? Hem tahrip edilen ormanların toprağı, erozyonla yokoluyor. Her yıl beş Kıbrıs büyüklüğünde toprak kaybediyoruz, kimsenin umurunda değil. Son yıllardaki sel felaketleri, kesilen ormanlar nedeniyle zararını çok büyüterek insanlığı tehdit ediyor.
Marmaris ormanlarıyla ünlü bir turizm merkezimiz. Buradaki orman katliamı, görenleri dehşete düşürüyor. Cumhurbaşkanlığı yazlık konutunun da bulunduğu Karacasöğüt köyünün eski adıyla Malderesi, şimdiki etiketiyle Küçük buzağı yerinde 300’e yakın dev çam ağacı kesilmiş. Köylüler ayağa kalkmış, muhtarın haberi yok, nereye başvurdularsa ilgilenen olmamış. Beni aradılar, durumu anlatıp kesimi önlememi istediler. Günlerden Cumartesi idi, aradığım yetkililer Marmaris Kaymakamı ile Orman Müdürüne hemen haber vereceklerini ve duruma müdahele ettireceklerini söylediler. Köylüler Pazartesi gününe kadar kesik çamların başında beklemişler, ne gelen var nede giden. Sonuçta Muğla Valisiyle görüştüm, duruma çok üzüldüğünü ve hemen gerekli tedbirleri alacağını söyledi.
Çamlar gitmiş bir kere, kestiren vereceği zararı vermiş ülkeye, ne yapsak nafile.. Giden geri gelirmi yani..? Ama olsun, araştırdık ve soruşturduk, sonuçta ağaçları Orman Teşkilatının kestirdiğini öğrendik. Marmaris Orman İşletme Müdürlüğü, biri Köyceğiz’den olmak üzere 2 şirkete kesim işini vermiş. Adamlar da satın aldıkları ağaçları alıp götürecekler. İşin tam burasında olaya el koyduk ve daha fazla ağacın kesimini önledik.
Şimdi işe bakın. ormanları koruması gereken devlet, kendisi kestiriyor ağaçları. Bunu ne adına yapıyor, niçin yapıyor, anlamak mümkün değil. Kim karar vermiş kesime, kim onaylamış böyle bir katliamı, bunların mutlaka araştırılması ve soruşturulması, ilgililerden hesap sorulması lazım.
Marmaris’in sadece ormanları değil, koyları da tehlike altında. Bir takım tahsisler yapılıyor ama, kimsenin haberi olmuyor? Nereleri verildi, kimlere verildi, bilmek ve öğrenmek istiyoruz. Gökova’da da, Bodrum’da da aynı tehlike var. Ankara’dan izni alan iktidar yakınları, kazmayı vurmak için şimdi fırsat kolluyorlar. Ama takip edeceğiz, dikkatle izleyeceğiz, çevreye göz kulak olmayı inatla sürdüreceğiz.
Şimdi geliyorum Marmaris’ten Bodrum’a… 100 kilometrelik yolun ormanlık tepelerine bakarsanız, maden izinleriyle nasıl delik deşik olduğunu görürsünüz. Ormanların en güzel tepeleri, tıpkı dondurma külahı gibi taş ve kaya parçalarıyla rezil edilmiş. Buna bir dur diyen olmadığı gibi, yeni yerlerin izinlerinin verilmesine de devam ediliyor. Yatağan ve Milas yoluna bir göz atın, orman ve doğa faciasının boyutlarını kolaylıkla tespit edersiniz.
Peki, Torba-Bodrum arasına ne demeli, Bodrum’u çevreleyen tepelerdeki yeni inşaatlara ne söylemeli? O güzelim Bodrum’a girişi rezil ediyorlar da, dur diyen olmuyor. Herkes topu birbirine atıyor. Yok Büyükşehir Belediyesi suçluymuş, yok Ankara’dan izin alınınca bir şey söyleyemiyorlarmış. Yetkililerin hepsi işin kolayına kaçıyor. Kimsenin bölgesine sahip çıktığı yok. Bir Artvinliler kadar olamadı Muğlalılar. Ormanları kesiliyor, koyları işgal ediliyor, tahsisler gizlilikle yapılıyor, kimsenin gıkı bile çıkmıyor. Hükümetler gider, büyüklü küçüklü belediyelerin yöneticileri gider ama, bir Marmaris bir Bodrum gitti mi geri gelmez.
Yazık oluyor buralara, yazık oluyor doğal güzelliklerimize, yazık oluyor cennet vatanımıza…