Kapadokya coğrafyasının bir benzeri Köprülü kanyon milli parkında yürümeye ne dersiniz bu hafta?
Antalya- Manavgat yolu üzerinde Taşağıl- Köprülü kanyon yoluna giriyoruz. Solumuza Köprüçay ırmağını alarak Beşkonak üzerinden heybetli görünümüyle büyülendiğimiz Bozburun dağının eteklerinde 1100 metrelerdeki Ballıbucak'a varıyoruz araçlarımızla. meydanda seyyar satıcı (çerçi) satış yapıyor köy kadınlarına. Bir çocuk defter almaya zorluyor annesini, bir diğeri oyuncak ayı kapmış “bu benim” diye yırtıyor ortalığı, anne çaresiz. Gurubumuzdaki kadınlar bol çiçek desenli şalvarlar seçiyorlar kamyonetin içinden günün anısına...
Yürüyüş başladığında saatlerimiz 11.30 u gösteriyor. Parkurun ilk dört kilometrelik bölümü kestane ağaçlarının yoğun olduğu iniş ağırlıklı patikalarda geçiyor. Yeşilin tüm tonları arasında çeşmeye ulaşıyoruz. Bundan böyle bir müddet yükselerek devam edecek olan yürüyüşümüz kısa molalarla aralanıyor. Çakıl ve kumun basınç altında sıkışması sonucu oluşan o akıl almaz güzellikte konglomera kayalıkları sarıyor çevremizi. Dev kaya kütleleri apayrı bir dünyadayız hissi uyandırıyor içimizde. Kimi kayaların ortasında doğal oyuklar sarnıç işlevi görmüş tarih boyunca. Deli sarnıç bölgesinde bu sarnıçların kimilerine günümüz yöre insanının beton kullanarak müdahalede bulunduğunu görüyoruz üzülerek. Korumaya alınmış (!) bu doğa harikalarına yetkililerin daha çok sahip çıkmalı diye düşünüyorum. Harikalar dünyasının patikalarında yorgun düşen gurubumuz Oluk mevkiine geldiğimizde kumanyalarını çıkarıyor. Şiir mırıldanıyor guruptaki bir dost Ahmet Muhip Dranas'dan ;
Açmısın kardeşim, gel olanı bölüşelim,
Ama şiirlerimle seni doyuramam ki;
Ta, yıldızlara değin uzansa bile elim,
Daha ötelerine, daha... buyuramam ki...
Anı fotoğraflarında ölümsüzleşiyor o anın mutluluğu. Yola düşme vakti geliyor bir saatlik molanın peşinden. Yolumuz bundan böyle yine iniş ağırlıklı patikada sürüyor. Ondört kilometrelik yolumuzun son durağı, bir adı da Zerk olan Selge'ye ulaşıyoruz. Toros dağlarının güney yamaçlarında, antik Pisidya bölgesinin dağ kentlerinden Selge. Güneydeki tepe üzerinde, kuleleriyle sur duvarlarını görüyoruz. Şehrin pazar yeri (agora), anıtsal çeşme, mezar alanı (nekropol), anfi tiyatro, bizans dönemine ait kilise ve kuzey tepelerinde Zeus ve Artemis'e adanmış tapınak kalıntıları ile unutulmaz bir tarih hazinesi.
Ekibimiz şehre ulaştığında, etrafımız Altınkaya köyü kadınları tarafından adeta sarılıyor. M.Ö. 5. yüzyılda bu coğrafyada ilk madeni parayı basan kent insanının, 2500 yıl sonra el işçiliğiyle bezenmiş baş örtüleri ve çeşitli takıları ziyaretçilere satmak için ısrarlı çabaları yoksulluklarını yansıtıyor. Oysa daha iyi koşullarda görmek isterdik bin yıllarca çeşitli uygarlıkların beşiği olmuş toprakların güzel insanlarını.
Bizi bekleyen araçlarımıza biniyoruz mutlu yorgunluğumuzla. Önümüzde yüz kilometre yolumuz var türküler eşliğinde Antalya'mıza dönmeye...