Türkiye inanılmaz bir beyin göçü yaşıyor. İyi yetişmiş insanımız, özellikle gençlerimiz yurtdışına kaçıyor. İmkan yaratanlar ve fırsat bulanlar, arkalarına bile bakmadan kopuyorlar ülkemizden. Üzülmemek mümkün değil.
Devlet sahip çıkmıyor değerlerimize. Yetişmiş insanımızı korumak ve gençlerimizi kaybetmemek için bir şey yapmıyor. Sadece seyrediyor gidişlerini, yerlerine koyacak tonla adam var sanıyor. Öyle bakıyor bu olumsuz gelişmeye. Oysa yetişmiş adam sıkıntısı çekiyoruz. Akıllı adama hasretiz. Zeka seviyesi fazla insanımız yok. Mevcutları da bozuk para gibi harcıyoruz.
Ortalık genç emekli kaynıyor. Çoğu kapının dışına konulmuş, işlerinden atılmış. Diplomalı işsiz cenneti olmuş Türkiye. Kimse mesleğini yapamıyor, ekmeğini kolay kazanamıyor artık. Hele gençlerimiz, iş bulabilmek için çırpınıyorlar ama nafile..
Bu durumda, istikbali başka yerlerde arıyor insanımız. İnternette dünyayı dolaşıyorlar, her yere özgeçmişlerini yolluyorlar, umutla bekliyorlar devamlı. Parası olan gidiyor Avrupa’ya, Amerika’ya, Uzakdoğu’ya. Kaçak işçi olmayı bile göze alıyor çoğu, lokantada garsonluk ya da başka küçük işlerle başlıyorlar yeni hayatlarına, sonrası Allah kerim. Giden dönmediğine göre, buradan daha iyi şartlar yakalıyor olmalılar. Çok giden duydum ama, dönene pek rastlamadım. Dönen varsa eğer, ya ayağı çukurdadır ya da miras işi filan vardır.
Yetişmiş insanımız ve güçlü zekaya sahip gençlerimiz neden gitmek istiyorlar yada gidiyorlar yurtdışına? Buna hiç kafa yoranımız var mı? Ne yapsak da, ülkenin aleyhine olan bu gidişleri frenlesek, durdurabilsek..? Bunu düşünecek, fikir üretecek, çare bulacak devlet büyüğümüz de kalmadı maalesef. Siyasi çekişmelerden temel meselelerimizle uğraşacak vakit bulunamıyor herhalde.
Ülkenin mevcut siyaseti, tüm ciddi ayarlarımızı bozdu. Günü düşünmekten, istikbalini düşünemiyor millet. Öyle şeyler duyuyor, öyle şeylere tanık oluyoruz ki, ertesi günü uyandığımıza şükrediyoruz. Bizim memleketimiz böyle değildi. Ülkenin geçmişinde zaman zaman siyasi gerginlikler oluyor, ihtilal yada teşebbüsleri bile yaşanıyor, politik tansiyon aniden yükseliyordu ama, belli bir süre geçtikten sonra herşey yerli yerine oturuyordu. Şimdi öyle mi,15 yıldan buyana ülkenin yarısı tedirgin. Çok kimse önünü göremiyor, yatırımcı ve piyasa ürkek. Her an bir şeyler olabilir korkusunun yaşanması, Türkiye’ye pahalıya patlıyor.
Açıkça söylemek gerekirse, huzurun olmadığı yerde istikballer garantide değildir. İstikrar, huzursuzluk ortamında nefessiz kalır, yaşayamaz. Bir ülke iyi polis-kötü polis mantığıyla yönetilemez. Siyaseti dine bulaştıran bir anlayış, toplumu karpuz gibi ikiye bölebilmişse eğer, tehlikenin en büyüğünü yaşıyoruz demektir. Allah korusun ülkemizin başına bir felaket gelirse, bu bölünmüşlük ve dağınıklıkla nasıl koruyacağız vatanımızı, topraklarımızı? Kimsenin kimseye güveni kalmadı. Herkes birbirine kuşkuyla bakıyor. Bırakın yazmayı, konuşmaya bile çekiniyoruz. Böyle bir tablo, sadece kapağı yurdışına atmaya çalışanları değil, herkesi korkutuyor.
Bir şeyler yapmamız lazım. İnsanlarımızı bir araya toplamamız, Türkiye sevgisi ve sevdası etrafında buluşturmamız lazım. Din kimsenin inhisarında değildir. Dinin arkasına saklanarak din tüccarlığı yapmak, kimseye bir şey kazandırmaz ama Türkiye’ye çok şey kaybettirir. Allah’la kul arasına politika ve politikacı kesinlikle girmemelidir. Kimse kimsenin din tansiyonunu ölçemez. Bu tehlikeli oyundan süratle uzaklaşmazsak, geleceğimizi daha da karanlığa iteriz.
Yol yakınken bu sevdadan vazgeçmeli, laikliğe dört elle sarılmalıyız. Huzuru egemen kılmak için ne mümkünse yapmalıyız. Hatalarda ısrar etmemek, yanlışlarda direnmemek hem ülkenin, hem de ülkeyi yönetenlerin hayrına olacaktır. Aksi halde başa gelen çekilir gibi bir kayıtsızlığa da düşeriz ki, bunun bedelini ödemek çok daha zorlaşabilir. Huzuru yakalamak için siyasi tansiyonu düşürmeli, gerginlikleri azaltmalı, diyalog yollarını çoğaltmalıyız. İnsanlar konuşa konuşa anlaşırlar. Ülkede adalet yoksa, devlet iyi yönetilmiyorsa, Anayasa devamlı çiğneniyorsa, basın özgürlüğü kalmamışsa, laiklik nakavt edilmişse, bunları dile getirmenin daha etkili yolları olmalı.
İktidar da iktidarlığını bilmeli, toplumun yarısını değil tümünü sevgi ve muhabbetle kucaklamalı, düşmanlıkları tahrik eden davranışlardan kaçınarak, dostlukları arttırmanın yollarını aramalıdır. Muhalefete düşen görevi hepimiz iyi anlamalıyız. Her şey kötüye giderken muhalefet elbette ki köşesinde oturup alkış tutamaz. Ama öfkenin tansiyonunu gözden uzak tutmadan, belgeye ve araştırmaya, istatistiğe dayanan gerçekleri halka daha kolay anlatabilir. Medyadan yararlanamıyor ama, interneti daha iyi kullanabilir, el ilanlarıyla millete seslenebilir, haberini yayınlamayan gazetelere ilan yoluyla hakim olabilir. Yerinde oturarak devamlı şikayet eden bir muhalefet, görevini gereği şekilde yapamaz. Ortalıkta Genel Başkanlarından başka kimse yok. Muhalefetin parmağı, milletin kapı ziline dokunmadıkça, ülkenin sorunları ortada kalmaya devam eder. Bakın iktidar nasıl gece-gündüz çalışıyor ve her şeyden istifade ediyor. Muhalefet de öyle yapmalı.
Ortalığa bir çeki düzen vermeliyiz. Türkiye’nin geleceğini işi bilen profesyonel kafalarla ve beyinlerle hazırlamalıyız. İyice dağılmaya başlayan devlet disiplinini biran önce toparlamalıyız. Aksi halde istikbal kaygusuna düşen gençlerimizin, güçlü zekalarımızın ve tecrübeli, deneyimli ve donanımlı beyinlerimizin yurtdışına göçüne mani olamayız.