Başımızda bunca dert ve bela varken, Başkanlığı tartışmanın sırası değil ama, ne yapalım ki bu konu, ülke gündeminin hala ilk sırasında oturuyor.
Aslında, çok yerinden delinen demokratik Parlamenter sistem can çekişmese bile, ağır yaralı durumunu sürdürüyor. Sistemin adı değişmedi ama, uygulaması Başkanlığa benzedi.
Efendim, Anayasa’da ne şekilde yönetileceğimiz açıkça yer alıyor. Alıyor ama, yazılanı hayata doğru dürüst geçiremiyoruz ki. Kılıfına uydurup, ülkeyi aklımıza estiği gibi yönetmeyi daha çok seviyoruz. Peki, bizi yönetenler Anayasa’ya sadakat yemini etmediler mi? Hem de namus ve şerefleri üzerine..? Ettiler ama, yemine aykırı davranmanın cezasını kim kesecek? Kesmesi gerekenler kayıtsız kalıyorsa eğer, bizler seyretmekten başka ne yapabiliriz ki..?
Bırakın Anayasayı, vatandaş yasaklardan birine uymasa, anasından emdiği sütü burnundan getirirler. Mahkemelerde sürüm sürüm süründürürler. Ama vatandaşın verdiği oyla yönetime gelenler, kanunları paspas gibi çiğniyorlar, kuralları yok sayıyorlar, engelleri ciddiye almıyorlar. Öyle olunca da, yönetim kargaşa ve başarısızlığı sürüp gidiyor işte.
Başkanlık sistemi tartışılsa, konuşulsa, sivil toplum örgütlerinin görüşleri alınsa belki Türkiye’ye iyi gelebilir. Ama öyle yapılmıyor, tepeden inme getirilmek istenince, itirazlar da giderek yoğunlaşıyor. Ayrıca Başkanlıkta direnen zihniyet de çok önemli. Ülkeyi dilediği gibi yönetmeye alışık bu zihniyet, kafasındaki Başkanlığı eğer kabul ettirirse bu millete, çok daha kötüye gidebiliriz. Çünkü teklif edilen Başkanlık modelinin freni yok, denetleyicisi meçhul…
Başkanlık sistemi kabul edilirse eğer, hükümetin bakanlarının çoğu Parlamento dışından atanacak. İsterlerse mevcut sistemle de yapabilirler bunu. Başbakan, bakanların çoğunu dışarıdan tayin edebilir. Çoğunluk nasılsa kendi partilerinde değil mi? Muhalefetin itiraz oyları neye yetiyor ki, böyle bir karara yetsin? Efendim uygulama Anayasa’ya aykırı olurmuş.
Güldürmeyin beni, bugüne kadar Anayasa’ya aykırı neler gördük, neler yaşadık, kimsenin kılı bile kıpırdamadı.
Mevcut sistemi doğru dürüst uygulasak, Başkanlık istek ve tartışmalarına gerek kalmaz. Ama çarpık uygulama enflasyonunda şampiyonluğa oynayan bir ülke, Başkanlığı da kendine benzetir. Astığı astık, kestiği kestik, (ben yaptım oldu) diyen bir zihniyet, Türkiye’ye geçmişini bile aratır. Diyeceksiniz ki, bugün zaten Başkanlığa benzeyen bir şekilde yönetilmiyor muyuz? Adı konmamış şimdikinin. Ama Anayasa değişikliği ile konulacak işte..
Daha açık bir şey söyleyeyim mi..? Bu teklif Recep Tayyip döneminde gelmese ve Recep Tayyip de Cumhurbaşkanı olmasa, belki böylesine yoğun itiraz ve tepki görmezdi. İster kabul edin ister etmeyin, Recep Tayyip’in varlığı söz konusu olunca, en masumane talepler bile toplumun önemli bir kesiminde kuşkuyla karşılanıyor. Zamanında rahmetli Özal ve rahmetli Demirel de Başkanlık sisteminin tartışılmasını önermişlerdi. Dikkat edin oylanmasını değil, kamuoyunda tartışılmasını, tüm demokratik kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütlerinin görüşlerinin alınmasını istemişlerdi. Ancak ortam ve şartlar müsait olmayınca, üstelik toplum da konuya sahip çıkmayınca, mesele unutuldu gitti. O günlerle bugünler arasındaki fark, dün konunun tartışılması ve düşünülmesi isteniyordu, bugün ise teklif, dayatmacı ve dar bir sınırda görüşülerek getirilmek isteniyor.
Partiler anlaşamazsa, Başkanlık Meclis’te engellenirse, o takdirde referanduma gidilecek. Referandum sonucunu şimdiden görür gibi oluyorum. Bu kelimeyi bile doğru dürüst telaffuz edemeyecek yığınlar, oyu bastıracaklar Başkana. Milletin istediğine kim itiraz edebilir ki..? Şöyle yada böyle Başkanlık şemsiyesi geçecek Türkiye’nin başına.Ondan sonra ayıklayalım bakalım pirincin taşını..
Bu başkanlık işi, Parlamento’nun işlevini de, sorumluluğunu da azaltır. Bakanlar hakkında gensoru verilemeyecek, genel görüşme açılamayacak, bütçeye bile hakim olunamayacak? Peki ne iş yapacak o Parlamento söyler misiniz? Herşey Beştepe’de bitecek. Bakanlar, Sekreter bakan görevini üstlenecek ve koskoca Türkiye’yi tek bir adam yönetecek. Olacak iş değil ama oluyor işte. Üç aşağı beş yukarı bugün de olan bu değil mi zaten..?
Anayasa değişikliği eğer kabul edilirse, sadece Başkanlık hakim olmayacak ülkeye, milletvekili sayısı da 600’e çıkacak. Böyle bir artışın Türkiye’ye beş kuruşluk faydası yoktur ve olamaz. Mevcut mebus kadrosundan bir verim alamazken ve kalabalık arttıkça, her kafadan çıkan sesi daha da arttırırken sayıyı 600’e yükseltmek, hiç de akıllıca bir iş değildir. Önemli olan sayı artışı değil, Parlamento’nun iş artışı ve görev kapasitesinin çoğaltılmasıdır. Mebus artışı problemleri daha da artırır ve hiçbir işe yaramaz.
Bana kalsa milletvekili sayısını 200’e düşürmeliyiz. Ayrıca bunu bir geçim kapısı ve bir meslek olmaktan çıkarmalıyız. Milletvekili seçilen herkes, işine gücüne devam ederek geçimini devletin kesesinden değil, kendi kazancıyla sağlamalı ve haftanın iki günü Meclis’e gelerek görevini yapmalıdır. O takdirde mebusa, katıldığı oturum başı bir ödenek verilebilir. Bugün yeminin dışında Meclis kürsüsüne hiç çıkmamış milletvekillerimiz var. Yolluk ve ödenekleri almalarına rağmen, seçim bölgelerine yolu hiç düşmemiş mebuslarımız var. Artık bunları konuşmanın ve tartışmanın zamanı gelmedi mi? Kaldı ki, başkanlık ve milletvekili sayısında artışı konuşacağımıza, Siyasi Partiler Kanunu ile seçim kanununu konuşmamızın sırası gelmedi mi hala? Bu iki yasa durdukça, Türk siyasi hayatının önü açılamaz.
Sorarım size, Türkiye’nin Başkanlıktan daha mühim işleri yok mu? Dikkat edin, herkesin dikkati Başkanlığa çevrildi. Onunla yatıyor, onunla kalkıyoruz. Oysa harbin içindeyiz. Düşmanlarımız dört bir tarafımızı sarmışlar, askerimiz yabancı topraklarda çarpışıyor. Şehitler veriyoruz hala, canımızı dişimize takıyoruz ama, bu siyaset gürültüsünün arasında terör belasını henüz defedebilmiş değiliz. Bunun dışında, hatalı iç ve dış politikalarımız nedeniyle ekonomimiz de giderek bozuluyor. Bizi yönetenler çarşı-pazara hiç çıkmıyorlar, giderek yoğunlaşan şikayetleri hiç duymuyorlar mı?
Aklımızı başımıza devşirmeli ve yeni gündemler yaratmak yerine,zaten boğazımızı iyice sıkma noktasına gelen yığınla problemlerle uğraşmalıyız. Dikkatleri ikide bir başka noktalara çevirerek gündemi habire değiştirmek, milletin boyun kaslarına zarar vermekten başka bir işe yaramaz. Tabii ülkenin ve milletin işine yaramaz, yoksa ülkeyi yöneten politikacıların işine çok yarıyor.