Ankara hep bir umut kapısıdır.
Millet yerelde çözülemeyen sorunlarını oraya taşır, orada halletmeye çalışır. Meclis’e gider, bakanlıklara götürür problemini, tanıdık bir bürokratla ama hep torpille halletmeye çalışır işini. Bizim insanımızın değişmez yazgısıdır bu…
Gökova’da bir kıpırdanma olunca, binbir zahmetle devlete kazandırdığım Cumhurbaşkanlığının Okluk’taki mütevazi evinin yıkılacağını öğrenince, üstelik Gökova’nın imara açılıp bazı koyların tahsise çıkarıldığını duyunca soluğu Ankara’da aldım. Rahmetli Demirel döneminde de öyle yapmış ve Okluk’ taki mütevazi evle çevre ormanlarını, anlattıklarımı haklı gördüğü için sayesinde kurtarmıştım.
Bu kere de öyle yapmak istedim. Mevcut yönetime gidip anlatırsam, Gökova’ya dokunulmaması gerektiğini ve koruma kararlarının delinmemesi zorunluluğunu etraflıca ve iyi bir şekilde izah edersem, belki yine olumlu bir sonuç alabilirim diye düşündüm. İlgili makamlarla temas imkânı aradım, Bodrum’dan telefonla randevu talebinde bulundum. Ama dişe dokunur bir cevap alamadım. Herkes topu diğerine atıyor, kimi seyahatte olduğunu söylüyor, kimi uluslararası bir toplantıya katıldığını belirtiyor, kimi de emrin yüksek yerden verildiğini,o nedenle konuya giremeyeceğini ifade ediyordu.
Siyasetçilerin ve bürokratların dilinden iyi anlarım. Ömrüm içlerinde geçti. Baktım ki,bu konuda kimse konuşmak, hatta görüşmek istemiyor. Varsın olsun dedim, ama nezaketen beni arayan dostlara da, dilim döndüğünce sorunu anlattım, yardım ve desteklerini istedim. Gördüm ki, Ankara’da herkes Başkanlık konusuyla meşgul. Bunun dışında kimse kafayı başka bir konuya çalıştırmak istemiyor. Hele çevre konusuna kulak asan yok. Nitekim ’’Türkiye’nin bunca meseleleri varken, sen kalkmış çiçek böcek, ağaç, denizle uğraşıyorsun. Şimdi sırası mı bunun’’demeye getirenlere bile rastladım.
Mühim değil, onlar anlamamakta ama ben anlatmaya devam etmekte kararlıyız. Bıkmadan, usanmadan, yarım asırdır yaptığımız gibi mücadeleye devam edeceğiz. Pes etmek,havlu atmak filan yok. Ülkemizi, ormanlarımızı,deniz ve göllerimizi, akarsularımızı, koylarımızı ve köylerimizi koruma işini inatla ve ısrarla sürdüreceğiz. Kimseden korkumuz ve kişisel bir çıkarımız yok, bugüne kadar da olmadı. Bundan böyle de olmayacak.
Aslında koca bölgede benim sesimden daha güçlü çıkacak sesler yok mu? Nerede bölgenin milletvekilleri, siyasetçileri, nerede çevreci arkadaşlar? Gökova’da aylardır olup bitenlerin üzerine neden gitmiyorlar? Artvin’deki ve Karadeniz’deki akarsularına sahip çıkan kadınlarımız kadar olamadılar. O kadınlarımız ki, mahkemelerden yürütmeyi durdurma kararları bile aldılar. Doğayı tehlikeye atacak girişimleri yaptırmadılar bölgelerine…
Cumhurbaşkanlığı konutu büyütülemez mi? Elbette büyütülebilir ama, doğal güzellikleri bozmayacak, yeşil alanları betona telim etmeyecek ölçüde olmalı. Ama en doğrusu, mevcut mütevazi haline dokunmamaktır. Ben böyle düşünürken,evin yıkıldığını ve iş makinelerinin bölgeye girdiğini öğrendim.Nasıl üzüldüğümü anlatamam. Üzüntüm bununla kalsa iyi, Cumhurbaşkanlığına giden Karacasöğüt yolu üzerinde ve ormanın tepesinde açılan taş ocağına nihayet ruhsat verildiğini de öğrendim. Üstelik yolunu da asfaltlamışlar. Gidin bakın güzelim ormanın haline, delik deşik olmuş. Çok merak ediyorum, bunu yapanları ve yaptıranları Allah affeder mi acaba? Bu taş ocağından çıkan malzemeler, ağır kamyonlarla köy yolundan Datça asfaltına çıkıyor. Bu yüzden çok sık bozulan yolları devlet yapıyor, maden kamyonları bozuyor. Bu ağır trafiğe yol mu dayanır?
Şeffaf devleti unuttuk artık. Devlet yapmak istediğini gizliyor, kimseye bilgi vermiyor. Bu yüzden Gökova’da nelerin yapılacağını maalesef öğrenemiyoruz. Bu yüzden çeşitli duyumlara kulak vermek zorunda kalıyoruz. Duyumlara göre, Cumhurbaşkanlığına büyük bir köşk yapılacakmış. Köşk değil, tahsis alan bir yatırımcı buraya otel dikecekmiş. Çevresine milletvekilleri için yazlık evler yapılacakmış. Koyların tahsisi el altından yapılıyormuş. Elin ağzı torba değil ki büzesin. Devlet doğru haberi vermedikçe, sakladıkça, gazetecileri aydınlatmadıkça, bu ve benzer haberler daha yoğun bir şekilde yayılır.
Aslında işimiz zor. Denizden uzak termale yakın bir yönetime sahibiz. Ankara sahillere, oradan gelen taleplere pek aldırmıyor. Termal bölgeleri, kaplıca suları daha önemli onlar için. Öyle ya, son yıllardaki korkunç doğa tahribatlarından kaplıca bölgeleri hiç nasibini almadı. Oraların ormanları da, akarsuları da taş gibi duruyor. Olan Gökova’ya, Ege ve Akdeniz koylarına, ormanlarına oluyor. Karadeniz de nasibini aldı bu tahribattan. Hatta Istanbul’un Maçka parkı da.. O güzelim parkın ortasından yol geçireceklermiş. Zaten bir avuç yeşili kaldı İstanbul’un. Onu ta haklarsak, sen sağ ben selamet.
Nedir bu doğaya düşmanlığın sebebi? Niye korumamakta direniyoruz doğal güzelliklerimizi? Koylarımızı neden ranta teslim ediyoruz? Yat turizmini ve Mavi yolculuğu niçin mahvediyoruz? Gidin Bakın Adriyatik sahillerine, Hırvatistan koylarını bir görün. Adamlar gözü gibi bakıyorlar oralara. Sıkıysa bir taşına dokunun o koyların. Öyle cezaları var ki, kişinin yedi sülalesi ödeyemez. Bu yüzden Avrupa’nın yat turizmi oraya doğru kaymaya başladı. Biz bindiğimiz dalı kesiyoruz, kendi ayağımıza ateş ediyoruz. Turizmi nasıl batırdık, nasıl bu hale düşürdük? Turizmde dünyanın 6. Ülkesi iken, bugün 15. sıraya geriledik. Milyarlarca dolarlık turizm gelirini yok ettik. Yazık değil mi Türkiye’ye, yazık değil mi değerlerimizi böylesine hovardaca harcamaya?
Ankara’dan elimiz boş, gönlümüz kırık döndük ama, umudumuzu ve mücadele azmimizi korumaya devam edeceğiz. Ne dedik, pes etmek yok. Bakarsınız yönetimdeki sorumlu ve vicdanlı bir vatan evladı çıkar da, bizim bu gayretlerimize destek ve yardımcı olur. Neden olmasın?..