Avrupa Birliği yıllardır bizi oyalıyor, bizimle oynuyor.
Güney Kıbrıs’ı bile üye yaptılar da, koskoca Türkiye’yi almamak için bin bir dereden su getiriyorlar. Yok uyum yasalarıymış, yok insan haklarıymış, yok özgürlüklermiş, mazeret üretip duruyorlar. Belki bazı konularda haklılar ama, koskoca bir devletin onuruyla çelik çomak oynamaları da doğru değil.
Eğer iyi yönetilseydik, eğer kendimize yeten bir ülke olabilseydik,değerlerimizi ve varlığımızı har vurup harman savurmasaydık,kapısında yalvarıp durur muyduk AB’nin. Milletin onuruyla oynama imkanını onlara verir miydik hiç..
Avrupa’lı olmak iyi de, önce gururlu Türk ve çalışkan bir toplum olmak lazım. Üzerimize ölü toprağı serpilmiş gibiyiz. Toplu iğneyi bile dışarıdan ithal eder hale geldik. Üretici değil, tam manasıyla tüketici bir toplumuz. Tükettiklerimizin çoğunu Avrupa’dan alıyoruz. Bedava yaşamaya, zahmetsiz geçinmeye, tembelce sırtüstü yatmaya alıştırdık bu toplumu. Aybaşlarında elimize üç-beş kuruş geçsin de, nasıl geçerse geçsin. Öyle bakıyoruz geleceğe..
Köylerde gençler toprağın yüzüne bile bakmıyor. Tarım son neslin elinde eriyor. Gidin bakın tarlalara, doğru dürüst ekilmiyor bile. Hayvanların yiyeceği samanı bile ithal ediyoruz. Düşünün saman üretemiyoruz artık saman.. Hayvancılık öldü gitti, sebze-meyva seralarda yetişir hale geldi. Dünyada yasaklanan zehirli ilaçlar, hormonlu gübreler rahatça kullanılıyor artık. Güya eczanelerden alınacaktı tarım ilaçları.. Kendimizi öyle güzel kandırıyoruz ki, sormayın gitsin…
Çocuklarımızı, gençlerimizi bu dünyaya yetiştirmek yerine, ahirete hazırlıyoruz. Eğitim politikamızı gülünç hale getirdik. Bütün dünya yetenekli gençlerin önünü açarken, çocukları tekniğe ve bilime paralel yolculuğa çıkarırken, biz okullarımızı imam hatibe çeviriyoruz. Olacak iş mi, bizde oluyor işte. Doğru dürüst bir planımız yok. Herşey günlük düşünülüyor,günlük yapılıyor. Eskiden bir Devlet Planlama Teşkilatımız vardı. Çok ciddi çalışmalar yapardı bu kurumumuz. Şimdi sadece tabelası ve bankamatik memurları kaldı. Plansız programsız, önümüzü görmeden yürümeye çalışıyoruz. Her sokağa açtığımız Üniversitelerden diplomalı işsizler yetiştiriyoruz. Ülkenin kime ihtiyacı var, kaç mühendis, doktor, avukat, kimyager, eczacı, veteriner gerekiyor bize? Bunu bilen yok, hesabını bile yapan yok koca Türkiye’de. Habire gereksiz mesleklere adam yetiştiriyoruz, problemli ve bunalımlı, işsiz güçsüz bir gençlik yaratıyoruz.
Ülkenin batısında işçi, temizlikçi, yatalak hasta bakımından anlayan, garson, bulaşıkçı, ahçı, bahçıvan bulunamıyor. Bakın dükkanların camlarına, evlerin pencerelerine hep personel ilanları dolu. Eğitimsiz ve donanımsız işçi yok, Üniversite mezunu işsiz güçsüz çok. Bu işte bir yanlışlık var demiyor kimse…
Avrupa Birliğine girelim, vizeler kalksın, dilediğimiz gibi dolaşalım her yerde savaşını vermek yerine, bayrağımıza ve toprağımıza sahip olalım, birbirimize kardeşçe sarılıp kalkındıralım ülkemizi, kimseye muhtaç olmadan ama şerefimizle yaşayalım demeliyiz. Bunun için Atatürk milliyetçisi olmamız lazım. Geçmişte hiçbir şeyimiz yokken, şimdi aralarına üye olarak girmeye çalıştığımız Avrupa ülkelerini dize getirmiş, donanmalarını denize dökmüş, hiç yoktan koskoca bir devlet yaratmıştık. Başta Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere o günlerin milliyetçileri milletle kenetlenmiş, tüm dünyanın gıpta ile seyrettiği genç ve dinamik Türkiye’yi ortaya çıkarmıştı.
Şimdi nerelere geldik bakın. Dağınık, birbirini sevmeyen, tembel ve korkak, paragöz, tedirgin bir toplum olup çıktık. Bunda hepimizin kabahati var. Suçu sadece politikacıların üzerine yıkıp, karşılarına geçip seyredemeyiz. O politikacıları işbaşına, verdiğimiz oylarla bizler geçirdik. Bu parlamento bizim oylarımızla seçildi. Siz, biz, onlar kısaca hepimiz değişik partilere ama sorumsuz politikacılara oylarımızı verdik. Öyle olmasaydı, Türkiye bu hallere düşer miydi?
İç politikada yanlışlar yapıyoruz ama bu yanlışlara mani olamıyoruz. Dış politikada feci hatalar yapıyoruz ama bir türlü önleyemiyoruz. Ortak aklı devreye sokamıyoruz, kötü gidişi durduramıyoruz, ne yapacağız peki..? Bir avuç hainle boğuşuyoruz, terör belasıyla baş edemiyoruz, paramızı ülkemizi savunmaya harcıyoruz. Kolay mı, koskoca ordunun gücünü Güneydoğu’ya kaydırması, tankı topu tüfeği oralara yığması, vatan evlatlarını cepheye sürmesi… Bunlar kolay işler değil, kolay kararlar hiç değil. Böyle ortamlarda milletçe kenetlenmeli ve ülkemize sahip çıkmalıyız. Ama kazın ayağı öyle değil, TC vatandaşı satılmış hainler ve alçaklarla da mücadele ediyoruz. Bir ucu Parlamento’ya dayalı teröristlerle boğuşuyoruz. İçerde de dışarıda da pek çok cephe ile çatışıyoruz.
İşimiz kolay değil, Avrupa Birliği’nden 3 milyar euro alsak ne olur, rakamı altıya çıkarsak ne olur? Biz şimdiye kadar 3 milyon Suriyeli için 10 milyar dolardan fazla harcadık. Bu kadar Suriyeli’yi ne yapacağız, onların gelecekteki problemlerini nasıl çözeceğiz? Çocuklarını nasıl okutacağız, hastalarına nasıl bakacağız, işsizlerine nasıl iş bulacağız? Hatay’da, Kilis’te Suriye nüfusu Türkleri geçti. Gaziantep’te de giderek çoğalıyorlar. Bazı illerimizde de durum giderek kötüleşiyor. Şimdi yeni göçmenlerin gelmesi de bekleniyor, Avrupa’ya kaçanların geri döndürülmesi de... Buna para dayanır mı?
Avrupa ihaleyi bize yıkmaya çalışıyor. Aptallığın lüzumu yok. Biz onlara para verelim, alsınlar Suriyelileri bakalım. Sınırlarımızı açmakla tehdit edelim de görsünler günlerini. Para ve vize pazarlığı yapmak yerine, böyle bir politika değişikliğine gitmek, Türkiye’nin önemini iyice arttırır ve belki de Avrupa Birliğinin bizimle oynamasını engeller.
Özetle AB’nin kapısında üyelik, para ve vize yalvarışı yerine, onurlu ve şahsiyetli bir duruşa sahip Türkiye’yi ortaya çıkarmalıyız. İktidarıyla muhalefetiyle buna çalışmalıyız artık.