Güzel ve Dahi .. Akıllı kadın ‘uzun giyer’

Cannes Film Festivali'nde en iyi kadın oyuncu dalında ‘aday gösterilen’ Nurgül Yeşilçay’ın, Cannes’te giydiği kıyafeti ile ilgili olarak; “Yanlışlıklar Nurgül’ü..” başlıklı bir yazı yazan Hıncal Uluç; Önüne gelen yazdı…bu ülkede ‘İmaj’ eleştirmenliğini başlatan Hıncal konuşmasa olur mu…kim sorumlu bilmem…Nurgül gibi..kızı, mümkün olan en yanlış giyinme ile yollamışlar Cannes’a. Düşman ayağa bakar. En yanlışı o felaket ayakkabı. Nurgül'ün ayaklarını daha çirkin gösteren bir pabuç…Kırmızı halıda yürüdüğü uzun elbise felaket. Yandaki koltukaltı dekolteden fena halde sarkan bir meme görünüyorYa elbise yanlış, ya sütyen. Genç kız, kırmızı halıya sarkık memeyle çıkarılır mı? Gündüz elbisesi kısa, tam dizin üzerinde. Yanlış demekten dilimde tüy bitti…İnsan mimarisinin en çirkin yanıdır, dizler ve dirsekler. Dizin hemen üstündeki elbise, kadın vücudunun en çirkin yerini sunar..O yüzden akıllı kadın ya mini giyer, ya da hemen diz altı.” diyordu (Sabah, 02.06.2007)...

***

Hıncal Uluç’un bu düşüncelerini alıp saklamıştım; günün birinde ‘yazı konum’ olabilir diye. İşte, bugün o gün, yazacağım; fakat kimse benden, “Ne o eş dost düşününe gider gibi özensiz kıyafetler, Nurgül Cannes’te felaketti” gibi “boş bir yazı” beklemesin; yazı konum, “Bilmediğini Bilmeyenler”den biri de o olan Hıncal Uluç’un; “..akıllı kadın diz altı (-haliyle uzun) giyer” cümlesi üzerinden olacak..

Ne çıkarabileceğimi bilemiyorum. Şu an bilebildiğim, bir “ölçüsüzlüğü” hatırlatma isteğim oluyor, o şu: Ülkemizde “kadın olmayı”, “güzel/etkileyici, hatta tahrik edici” olmaya indirgeyen “baskın/darbeci bir yapı sözkonusu olup, bu “darbeci” yapının; durduk yerde ve ulu orta “popo, memişlerini” teşhir edenleri, “Ne cesur kadın diyerek, kadınımızı teşhirciliğe, erkeği tacize de” ittiğini”, haliyle de, bizatihi bu yapının, “kadını istismar ve taciz de ettiğini”;kadın örgütüdenilenlerin, Dekolte giyenler tacize uğrar açıklaması yapan ‘ilahiyat profesörü’nün peşine değil, asıl bu “tacizci-teşhircilerin” ve de onların ürünü” olan, Hilal Cebeci/gillerin” peşlerine düşmeleri gerektiğini söylüyor, imdi konu yazıma geçiyorum…

***

Hatırlayınız.. 

Kadının, masaların üzerine de çıkartılıp oynatıldığı, Güzel ve Dahi” isimli bir televizyon dizisi vardı.  Yarışmacı kadınlar her bölümde karşımıza “mini/açık etek ve elbiselerle” çıkarılırken, kameramanlar da her fırsatta, "frikik" yakalamaya çalışıyordu. “Güzel ve Dahi” yarışmacı kadınların, “bilgiyle ilişkilerindeki cahillikleri” ortaya dökülünce program yayından kaldırılmıştı. Haliyle de, kadın olmayı etkileyici kılanın, “mini/açık” giyinmek olmaDIĞI” da kesinleşiyordu..

Sözkonusu programla ilgili olarak, “Bilmediğini Bilmeyenler”den biri de o olan Ece Temelkuran; “Güzel ve Dahi” başlıklı yazısında; “O genç kadınları o masaların üzerinde oynatmak bu ülkenin bütün kadınlarına yapılmış tiksinti verici bir haksızlıktır.” diyordu ama (Milliyet, 13.07.2007), asıl tiksindirici olan; “kadının, kadın olması” için “açık/çıplak olması gerektiği” anlayışındaki “tiksinti verici haksızlık/ilkellik” oluyordu. Bu sebeple de, kimilerini asıl rahatsız eden, “minili/açık kadın”ın “bilgisiz olması” görüntüsü veriyor olması oluyor, programa itiraz da bu ‘arka planı’ taşıyordu.

Üstelik, şikayet edilen “tiksindirici ilkellik”, küreselleşmiş basının internet gazetelerindeki “çıplaklık” yaygınlaşıyor, magazin programları da, “mini/açık kadın” demek oluyor! “Star/Sanatçı” denilenlerin de “bilgili olması” gerekiyor ama, ‘yaşatılan’ örnekler, “bilgisiz olanlar” oluyor, çünkü; “mini/açık giymek” kadınımıza “değer ölçüsü” olarak “biçilmiş” bulunuyor..

“Ölçü” bu olunca, Oray Eğin isimli bir başka “Bilmediğini Bilmeyen”; “Nasıl bir ülkede yaşamak istiyorsunuz?” başlıklı yazısında: “Güzel ve Dahi” sadece bir televizyon programı değil. Basbayağı bir pozisyon alanı: Nasıl bir ülkede yaşamak istiyoruz, sorusuyla eşdeğer. Ben televizyonda her şeyin gösterilebildiği bir ülkede yaşamak istiyorum. Nimet Çubukçu ve RTÜK başka bir ülke tasavvur ediyor.” diyordu (Akşam, 16.07.2007). Oysa, ortada olan, “kendisinin” istediği “pozisyon alanı, “yaşamayı istediği ülke”nin kendisi oluyor. Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman bu kadar, “her şey ortada” yaşanılmadı, “yazar/bilgilendiren” değil “yazıcı” olan Oray Eğin’in, “kendisinden şikayetçi olduğu pozisyon alanı”nın üretimi oluyor. Şu an “Bakanlık” yapmakta olan Fatma Şahin; AKP Genel Merkez Kadın Kolları Başkanı ve Gaziantep Milletvekili olduğu dönemde; “İkinci Kadın Devrimi yaptık” diye övünüyordu ki (Radikal, 05.02.2008), haklıydı; “açık/çıplak kadınlar” zaten de vardı ama, “Başörtüsü görünmeyen (Türbanlı) kadınların” daha bir yeşermesi, “Şahinler”in “pozisyon alanı” döneminde oluyordu.

Sözkonusu bu “pozisyon alanı”nın içerisinde yer alan ve o da “Bilmediğini Bilmeyenler”den biri olan –Türbanlı- Ayşe Böhürler: “Anadolu kadınları, annelerimiz eğitimsiz mesleksiz kadınlardı. Bizse eğitimli, meslek sahibi, anne ve eş rolüyle kendimizi sınırlandırmayan kadınlarız. Nasıl aynı olabiliriz ki?..Neden başörtülü kadınların geleneksel olması bekleniyor?..Annem geleneğin öğretisiyle örtünüyordu, bense bilinçli bir tercihle örtünüyorum elbette.” diyordu ama (Radikal,14.03.2008), yapılan “eğitimin” kişiye “unvan” kazandırsa da “bilgi katmadığı”, gelenek denilen ile “örtünen annelerin”, örtülerini, edep-hicap/taviz verilemez” olarak taşıdıkları; sonraki, “başörtüsü/yapısı görünmeyen” “Türbanlı (örtülü gibi) nesillerin” ise; “annelerinin yaşadığı yaşamı” yaşamak istemeyişleri yanında; “Güzel ve Dahi”lerle “ortak (farkı ortadan kaldırarak) yaşamak” bilincini kazanmalarının (!), “Güzel ve Dahi”leşmeleri -bir başka versiyonu-olduğu kavramıyordu.

***

Bu noktada sorumuz ise, şu oluyor: Kadını ‘güzel/dahi’ yapan nedir?

Ya da “Akıllı kadın” kime denir? Ya da Hıncal Uluç vari, “akıllı kadın” için; “yanlış elbise” veya “yanlış sütyengiymemeli mi diyeceğiz?

Ne diyeceğiz? “Ölçümüz” ne olacak?

“Güzel kadın” deyince, “yüz ve vücut güzelliğini” mi anlayacağız?

O zaman da, “örtülü” olarak tanımlanan hanımlar, -vücutlarını gösteremeyecekleri için- “güzel” sayılmayacaklar mıdır?

Soruyu şöyle sorarsak da: “Kadın olmak”, “açmak/açılmak mı oluyor?

Eğer bu soruya; -Evet, cevabı verirsek, peşinden gelecek soru da şu oluyor: Sokakta bile “dekolte” giyip erkekleri “taciz eden” kadınlar, “gerçek kadın/akıllı kadın mı oluyor?”

O, bu, şu.. da ne?..

Bir şey var ki: Kadın, “yüz ve vücut güzelliklerinin” ve “giydiği kıyafetlerin”, kendisini “hep güzel” göstereceğini zannediyor!.. 

Olmayacağına, olamayacağına da göre, cevabımız ne olacak?

Geldiğimiz bu noktada, Hıncal Uluç’un düşüncelerine yeniden dönersek: “İnsan mimarisinin en çirkin yanıdır, dizler ve dirsekler...O yüzden akıllı kadın ya mini giyer, ya da hemen diz altı.

Bu durumda, Uluç’un “öngörüleri” doğrultusunda giyinmeyen kadınlar “akıllı kadın” olMuyor. Çünkü, “akıllı kadın”, “dizlerini ve dirseklerini” göstermemesi gereken kadın oluyor! O’nun, “koltuk altından dışarılara sarkan memişlerin” sıkıntılı olduğu, insan ayağına “yakışmayan pabucun” ayakları “çirkin gösterdiği” düşüncesini de yorumumuza kattığımızda, “akıllı kadın” tanımına; “her durumda memişlerini ve  ayaklarını göstermeyen kadının” da girdiği anlaşılabiliyor! Her açık “sırtın” veya “açık olanın” güzel görünmeyeceğini de varsayarsak, “Akıllı kadın” tanımının; “vücudunu gizleyen/örten kadını” tariflediğini anlamamız da mümkün olabiliyor…  

***

Bu noktada sizinle “Yeşilçam’a” uzanıyoruz..

“Sorumuz” bu defa şu oluyor: “Neden” Yeşilçam'ın şuh kadınları, ‘iyi aile kızlarının’ bir adım gerisinde oldu hep?

Sorduğum bu soru cümlesinin baştarafında bulunan, -Neden-, kelimesi sadece bana ait; devamı olan kelimeler/cümle, Bahar Çuhadar’ın; “Size kötü kadın derler” başlıklı, 13.03.2010 tarihli Radikal’de çıkan yazısından alıntı. Şimdi o yazıdan bazı ifadeleri daha alıntılıyorum:

Arzu Okay: ‘Biz neden affedilmedik?’ “Yıllarca duvara karşı oturdum, insanlar bakıyor diye. Sinemayı bıraktıktan sonra bile fark ettim ki hâlâ yüzümü insanlara dönemiyorum….Memem gözüktüyse, erkek oyuncunun da poposu gözüktü. O affedildi de biz neden affedilmedik?” . Memem gözüktüyse, erkek oyuncunun da poposu gözüktü. O affedildi de biz neden affedilmedik?”

 Sevda Ferdağ, ‘fettan kadına’ bakışı zamanında güzel özetlemiş: “20 kişi ırzlarına geçtiği halde kıllarına halel gelmeyen Türkan (Şoray), Hülya (Koçyiğit) ve Fatma (Girik) gibi kadınlar vardı. Bir de onların yerine soyunan bizler. Ben…soyunduğum için kaybettim. Çünkü o zaman soyunan ikinci kadınlığa mahkûmdu.”

 Lale Belkıs:İyiler ve masumlar, karşı cephede kötüler vardı. Güzeller sonuna kadar masum ve aseksüel, kötülerse ölümüne acımasız..”

Evlenilecek kadın, vücudu ve ruhuyla temiz olan kadındır. Yoksa sokaklar kadın dolu, niçin almıyoruz onları? Birimizin değil, hepimizin oldukları için. Onlardan kaçıyoruz üstelik.” Replik, 1970 tarihli ‘Ölünceye Kadar’ın Nejat’ı Ayhan Işık’tan, nişanlısının kendisini ‘daha önce başka bir erkeğe teslim etmiş olduğu’ gerçeğini öğrenince gelir.”

….

Yukarıda okuduğunuz “ifadeler”, bir belgesel çekimi için, '70-80’lerin sinemadaki ‘fettan kadınların’ gıcıklayıcı kahkahalarının ‘peşine düşüldüğünde’, onlardan “yansıyan görüşler” oluyor. Anlaşılan o ki de: Seyircinin ya da erkeklerin “özdeşleşmesinin” beklendiği hep, “güzeller” değil, “masumlar” olmuş oluyor..

Şöyle de diyebiliriz: “Güzel ve Dahi” denilenler, “Gerçek Güzel ve Dahi” olmuyor..

Dahası ise..

“Güzel ve Dahi” sayılan “fettan (göz alıcı-dönüştürücü-reformist) kadın”ın ve de “masum kadın”ın konumu/durumu bugünlerde de aynı, “insanlık tarihi” boyunca da aynıydı, hiç değişmedi, değişmiyor. Şöyle ifade edersek: “Güzel ve Dahi” denilen, “dönüşen-dönüştüren kimlik” oluyor…

***

Peki de..

Kadınımız neden “Güzel ve Dahi?”

11 Mart 2004 tarihinde, “Küresel Terörizm (ABD-AB) Kadın üzerinden de saldırıyor” diyordum..

Kadının önünün açılım..” başlıklı 6 Nisan 2010 tarihli yazımda ise; “Kadına yapılan ‘saldırı’dan “laikperest kadınımızdan” daha çok, “Müslüman(lığı daha hassas olan) Kadın” olumsuz etkilenmiş bulunuyor. “Müslüman Kadın”, BM üzerinden gelen “Kadın Açılımı” emirleri sonucu yaşadıkları savrulma sebebiyle kendi içerisinde ikiye; “Müslüman kadın” ve “İslamcı (Türbanlı) Kadın” şeklinde ikiye bölünmüş bulunuyor. Bunlardan “Müslüman Kadın”, “değerlerini/İslam olanı” koruyan “kırılmamış kimliği” temsil ederken, diğeri, yani “İslamcı/Türban Kadın” ise, ne/kim olduğunu bilmeyen “kırılan Müslüman Kadın kimliği” oluyor…Bakınız etrafınıza…Tabii ki ‘açıklara’ da, ama erkekler daha çok, “rengarenk türban/kadın/a” bakıyor. Çünkü, “Türban(lı yaşam biçimi)”, “Başörtüsü (mahrem)” gibi “saygı” uyandırmıyor, sadece ‘ilgi’ uyandırıyor. “Türban”, ‘İslamdan uzaklaşma (Protestanlaşmış Müslüman Kadın)’, yani “İslam” ile, tamamen zıttı olan “Batı değerlerinin sentezi (birleştirilmesi) örneği oluyor. “Başörtü” ise, “sentezi” değil, “İslamiyet’e sadakati” simgeliyor. “Müslüman(lığa hassas) Kadın” gibi, “Laikperest kadın” da “ikiye” bölünmüş; bir bölümü diğerinin ‘Gardrop Atatürkçülüğü’ne tepki gösterip, “Modern Mahrem’i (Sentezi)” öngörüyor ki, bu da zaten, ‘Türbanı seyirlik yapan’ “Küreselci Turgut Özal” dönemi ‘saldırısı’ oluyor.” diyordum. Ama tabii ki kadınımızı “Güzel ve Dahi” yapanlar, KüreselciNler oluyor…

Rusya Parlamentosu Alt Kanadı’nda (Duma) Rusya Başbakanı Vladimir Putin’in lideri olduğu Birleşik Rusya Partisi milletvekili ve Rusya Siyasi Araştırmalar Enstitüsü Başkanı Prof. Sergey Aleksandroviç Markov’un, Zaman gazetesinde kaleme aldığı 12 Şubat 2009 tarihli, “Yeni dünyada yeni bir Rusya ve yeni bir Türkiye” başlıklı yazısından–Serpil Yılmaz’ca- aktarılan görüşlerde: “Mutedil İslam’ı temsil eden Erdoğan, Gül ve Gülen bizim için iki açıdan önemli. Öncelikle Türkiye, İslam dünyasının entegrasyonu açısından dış politikada önemli bir rol oynayabilir…İkinci olarak Erdoğan, Gül ve Gülen’in Batı kurumları ile milli kimlik arasındaki birleştirici düşünceleri Rusya için çok faydalı…Kadın konusuna gelince Markov, ‘reformist’ bir tutum alıyor: “Örtünmek, hicap, tesettür benim açımdan korkunç bir şeydir. Tesettür kadını ikinci sınıf vatandaş yapıyor. Kadının konumunu yükseltmek ve Müslümanlığın bir sentezini yapmak gerekiyor..” görüşlerini öne sürüyor..Markov, Erdoğan ve Gül’ün eşlerinin bir gün başlarını açabilecekleri öngörüsünde bulunuyor! Nasıl mı? “Bizler daha fazla beraber olursak, onlar yine Müslüman kalacaklar ama eşleri örtünmeyecek.”...Rusya Cumhurbaşkanı Dmitriy Medvedev’e yakın bir isim olan Markov’un görüşlerini, uluslararası görevlerinden bağımsız okumayalım.” deniliyor “(Milliyet, 22.02.2011). Görüyorsunuz, elin “Rus gavuru” bile, “örtünmek-hicap” istemiyor, “tesettür/mahrem” için, “kadını ikinci sınıf” yapıyor, haliyle de, “örtüsüz/açık kadın” için, “birinci sınıf kadın” diyor.

Yabancısı, “Yerli Olmayan Yerli” olanı, tüm Markov’ların amacı; kadınlarımızın “Güzel ve Dahi olması”, yani, “değişmesi, kendi/ÖZ olmaması”, uzun/örtülü giymemesi isteniliyor. Türban denilen “Modern (Sahte) mahrem” isteniliyor, “Gerçek mahrem olan “Başörtüsü” ise istenilmiyor. Ya da “uzun-kapalı giyinmek” terkedildiği; “Müslüman kadın” reforme olduğu (ÖZ olmaktan çıktığı) takdirde statüsü yükseliyor(muş). “Gerçek Tesettür olmayan” Türban’ın “Güzel ve Dahi”leri de (kendi/ÖZ değerlerinden sıkılanlar)”, sözkonusu ‘bu açılım”dan türe(til)miş bulunuyor.

Haliyle de, “Güzel ve Dahi”lik “Kıyametlik” değil, “geçici”; kadını ya da kadın onu, mutlaka terkediyor..

“Sahtesi” üretilirken söylenilmeyen ise, “Güzel/Akıllı kadının” ancak, “Bilgili kadın” olacağı; “sınıfı/statüyü” belirleyenin de bu “farkındalık” olacağı oluyor.

“Gerçek Güzel ve Dahi/kadın”, “Bilgili kadın”; sadece “Bilgili kadın”,  “Güzel ve Dahi kadın” demek oluyor..

İster “dizüstü/mini” giyen kadınlar, isterse de “dizaltının da” altında giyen kadınlar -yaşam biçimleri anlamında-, “Bikiniciler ve Haşemacılar”; alın birini vurun ötekine, “Sahte Güzel ve Dahi’likte/Bilgisizlikte” aralarında hiç fark bulunmuyor. Bu sebeple, “Akıllı kadın” “diz üstü veya diz altı/uzun” giyinen kadın değil, “Bilgili Kadın”; NE/KİM OLDUĞUNU BİLEN KADIN” demek oluyor…

***

“Gül açtıkça, kadın kapandıkça/mahremleştikçe güzelleşiyor” sözü bana, Bingöl'de “33 askerimizi” kurtarmak için katillere karşı çıkan 85 yaşındaki Zülfiye Çalbay’ı hatırlatıyor: “Asker ve sivilleri bırakmaları için teröristlerin önlerine başörtümüzü attık. Bizim kültürümüze göre bir kadın namusu sayılan başörtüsünü ayaklar altına atınca istediği her şey yapılır. O çocukları öldüreceklerini biliyorduk. Bunun için çok uğraştık ama başarılı olamadık.” diyordu (Habertürk, 04.12.2009)..

Sahi.. “Gerçek Güzel ve Dahi” kadın Zülfiye anamızın sözettiği kültür “hangi kültür?”

Siz düşünedurun…

Yaklaşık 3500 yıl önceki Asur Kanunları’nda, “örtünenlerin” statüsü neden “birinci sınıftı?”

Bu sözlerim üzerine kimse “kaşınmasın”, kim ne/nasıl giyerse giyinsin, bu beni hiç ilgilendirmiyor; ben “bilgilendirmeyi seviyorum”, alan alır, almayan almaz, hepsi bu…

***

Kadını “Gerçek ve Sahtesi” şeklinde iki katmanlı “Gerçek ve Dahi” yaptık ya.. Haliyle sorabilirsiniz.. Erkeğin de “Sahte Güzel ve Dahi”si yok mu..

Hıncal Uluç “sözkonusu yazısının yazdığı gün; “Fatih Akın..Sinek kaydı tıraşı ve smokini içinde ne kadar şıktı. Cannes olunca öyle. Peki İstanbul Film Festivali'nde, Altın Portakal'da, Altın Koza'da niye saç sakal birbirine karışmış, kot pantolonla çıkarlar ödül törenine.. Cannes'a saygı. Bizimkine salla.. diye de yazıyordu..

“Başörtüsünü” çiğneyen “katil versiyonları” da bulunsa da, “esasta” değişmiyor..

Bendeniz, “Cannes(dekilerin)’i de, Bizimki(leri)ni de” ciddiye almıyor; “Bilmediğini Bilmeyen” kadın ve erkeğe, “Sahte Güzel ve Dahi” deyip, sonra da “sallayıp” gönderiyorum!..

http://www.ahmetmusaoglu.org

Yayın Tarihi
10.08.2011
Bu makale 10415 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!