Ne Aşıklar Ağacı, ne de Aşıklar Yolu Antalya’da artık pek bilinmiyor. Yalnızca bugün Aşıklar Ağacı’nın yanında dört yıl önce 16 Şubat günü kaybettiğimiz dostum merhum Tarık Akıltopu’nun Çitlembik şiiri yazılı tabelası var. Hem dostumu yad etmek; hem de iki gün önce kutlanan Sevgiler Günü ile Aşıklar Ağacı arasında bir ilişki kurduğum için size bu yazıyı yazıyorum.

Bugün yaşları 50-60’ ı bulunan Antalya’nın yaşlı delikanlıları hatırlarlar. Antalya Karaalioğlu Parkı’nın batısında, kökü toprakta, gövdesi deniz üzerinde boşlukta olarak denize doğru uzanan bir çitlembik ağacı vardır. Karaağaçgillerden düz kabuklu, kerestesi sert ve dayanıklı olan ağacın mercimekten büyük, yuvarlak, buruk lezzette ve olgunlaşınca mor-yeşil arası renkte meyvesi vardır. Önce yeşil-pembedir. Olgunlaşınca koyu yeşil bir renk alır. Bu meyveler taze yendiği gibi tuzlanıp kurutulur ve kışta kuru yemiş olarak da kullanılır. Çitlembik’in faydaları da vardır. Çitlembik Öksürüğü keser, balgam söktürür, nefes açıcıdır, nefes darlığına iyi gelir, antiseptik özelliği vardır, göğsü yumuşatır, solunum yollarına faydası vardır. Ayak terlemelerini önler, yaraları tedavi eder, böbrek kumlarının dökülmesine yardımcı olur, ses tellerine iyi gelir, mide ağrılarını dindirir.
Karaalioğlu Parkı’nda Aşıklar Ağacı’ndan başka bir de “Aşıklar Yolu” vardı. Bugün Antalya Büyükşehir Belediyesi bahçesi sınırları içinde kalan bu yol, aşıkların birbirlerine sarılarak yürüdüğü bir yoldu. Yolun kenarındaki sık erguvan ağaçları nedeniyle, dışarıdan bakıldığında yolda yürüyenlerin kim oldukları pek seçilmezdi.
Atatürk’ün 1930 Martı’nda Antalya’yı ziyareti sırasında çitlembik ağacı ile ilgili bir anekdot vardır: Atatürk 7 Mart 1930 Cuma günü saat 16:00’ya kadar köşkte zamanını dinlenmek ve Antalya’nın tarihini incelemekle geçirdikten sonra, Antalya içinde bir geziye çıktı. Dönüşte de bugün park olan Karaalioğlu bahçesini gezdi. Bu gezi sırasında Aşıklar Ağacı’nın yakınından karşıki Beydağlarını seyrederken, buradaki çitlembik ağaçları dikkatini çekti. Yanındakilere, “ bu ağaçları aşılayıp, Antep fıstığı ağacına dönüştürmek mümkün değil mi?” diye sordu. Cevap alamayınca, çitlembik ağacının aynı familyadan olduğunu söyledi. Herhalde Atatürk, çitlembik ağacının Latincede 'pistacia terebinthus' olan adını biliyordu.
İşte Atatürk’ün yanından üzeri karla örtülü Beydağlarını seyrettiği bu ağacı Antalyalılar “Aşıklar Ağacı” olarak adlandırırlar. Yenikapı romanları ise o ağaca “Artiz Ağacı” derler. Çünkü o yıllarda bol bol müzikli şarkılı Hind Filmleri seyreden Yenikapı Roman sevgililer, bu ağacın etrafında o filmleri taklit ederek birbirlerine şarkılar söylerlerdi. Hatta 1966’da olacak zannederim, bir Roman kızı Antalyasporlu bir genç futbolcuya aşık olmuş; oğlan evlenmeye yanaşmayınca, kız kendini Aşıklar Ağacı’ndan aşağıya ölümüne atlamış; neyse ki yalnızca bir kolu kırılınca, genç futbolcu kızla evlenmeye razı olmuştu. Aşıklar Ağacı buna benzer bir çok aşk hikayesine tanıklık etmiştir.
Eskiden 14 Şubat “Sevgililer Günü” diye bir gün yoktu. İnsanlar bugünkü gibi “sevgilime ne hediye alayım” diye mağaza mağaza dolaşmazdı. Zaten almak istese de, ne doğru dürüst hediyelik alacağı bir mağaza, ne de cebinde hediye alabileceği parası vardı. Hatta o günlerde Antalya’da bir çiçekçi dükkânı bile yoktu.
Herkes evinin bahçesinde renk güller, menekşeler, küpe çiçekleri, sardunyalar, fuller yetiştirdikleri için, her sevgili bahçelerinden kopardığı bir gül veya karanfil çiçeği ile sevgilisine koşardı. Sevgiliye verilen bir kırmızı gül, o zamanlar hediyelerin en değerlisi idi.
O günlerde Antalya’da, Aşıklar Ağacı’nı bilmeyen hemen hiç kimse yoktu. Okuldan kaçan genç sevgililer parktaki Aşıklar Ağacı’nın yakınında saatlerini geçirirlerdi. Genç nişanlılar, ailelerinden şöyle bir dolaşma izni aldıklarında; soluğu o ağacın yanında alırlardı. Sevgilisinden olumlu yanıt alamayan sevgili, kendini o ağacın yanından denize atarak intihar edeceği tehdidini savururdu.
Bugün Antalya’ya 20-25 yıl öncesi yerleşmiş Antalyalılar pek bilmezler. Eskiden bu çitlembik ağacında, arkasına gurubu alarak yaslanmış bir vaziyette resim çektirmemiş bir Antalyalı hemen hemen hiç yoktu. Bugün artık o günleri bize hatırlatan Antalya Sevdalısı merhum Tarık Akıltopu’nun Çitlembik şiiri yazılı tabelasından başka, geriye yalnızca anılar kaldı. Dört yıl önce 16 Şubat günü kaybettiğimiz dostumu, hem bugün onu tekrar yad etmek; hem de iki gün önce kutlanan Sevgiler Günü ile Aşıklar Ağacı arasında bir ilişki kurduğum için bu yazıyı yazıyorum.
Antalyalıların Tarık Amcası bir zamanlar bu çitlembik ağacı için şu dizeleri yazmıştı:
ÇİTLENBİK AĞACI
Yetmiş seneden sonra
Gittim Karaalioğlu Parkı’na
Merak ettim hayatta mı acaba
Baktım bizim çitlembik ağacına
O hala orada yerinde amma
Devrilmemek için boşluğa
Kökü sımsıkı sarılmış toprağa
Gövdesi deniz üzerinde
Zor duruyor ayakta
Çitlembik;
Hatırladın mı beni,
Yetmiş sene evvelini?
Gurubu arkamıza alıp da
Resim çektirdiğimiz günleri
Görüyorum kökün hala toprakta
Gövden boşlukta
Farkındayım yaşam savaşı veriyorsun
Sen de benim gibi
Bu yaştan sonra
Çitlembik ağacından söz açmışken, bir çocukluluk hatıram aklıma geldi. Biz sekiz, on yaşlarında çocukken Karaalioğlu Parkı’ndaki çitlembik ağaçlarından ‘Patlangıç’ dediğimiz, çitlembik meyvelerini mermi gibi atan bir oyuncak yapardık. Nasıl mı? Anlatayım: Bir arkadaşımız park bekçisini gözler, diğer arkadaşlarımız da çitlembik ağacının parmak kalınlığındaki birkaç dalını koparıp, sokağımıza dönerdik. Çitlembik dalının içi, adeta kemik iliği gibi yumuşakçadır. Şiş veya tel gibi bir şeyi boş arsada ateş yakıp ısıtarak bu dalın içine sokarak, ortasının bomboş olmasını sağlardık. Sonra da başka bir daldan bu içini oyduğumuz dalın boşluğuna rahatça girebilecek şekilde bir de çubuk yontardık. Ama öyle bir ustalıkla inceltirdik ki yaptığımız çubuk, önceden içini oyduğumuz dal parçasının içine tamamıyla oturması gerekirdi.
Tüm bunları yaptıktan sonra silahımız hazır olurdu. Sonra da sıra çitlembik ağacından meyvelerini toplamaya gelirdi. Ağaca çıkar ceplerimizi bu minik, bir saçma büyüklüğündeki çitlembiğin meyveleri ile doldururduk. Bazen de bakkaldan satın aldığımız bir kartuş çitlembik cephanemiz olurdu. Bu minik çocuk silahının kullanımı çok basitti. İncelterek yontulan dalı, önceden içi oyulan dal parçacığının içine hızla sokunca, sıkışan hava önüne koyulan çitlembik taneciklerini 20-30 metre kadar ileriye fırlatırdı. Sonra önüne tekrar çitlembik taneleri konur, atışa devam edilirdi. Bu basit oyuncak silah ile o zamanlar çok olan duvara konan karasinekleri avlardık. O yetmedi mi, sokakta uslu uslu oturan, oyunlara hiç karışmayan terbiyeli çocuklara sıkarak onları rahatsız ederdik.
Çocukluğumuzda böyle yaramazlıklarımız çoktu.