Antalya’da
kime sorarsanız sorun trafikten şikayetçidirler, hatta herkes kendi meşrebine
ve siyasi partisine göre belediye başkanlarını suçlar.
Suçlu
şu an Belediye Başkanı olduğu için Akaydın’dır.
Bu
düz mantıkla bakarız olaylara, hiç kendimizin de suçlu olabileceğini aklımıza
getirmeyiz.
Tabii
ki yerel yönetimlerinin de uygulamadan kaynaklanan hataları vardır, olabilir
ama tek başına yerel yönetimleri suçlamak ne soruna bir çare üretir, ne de
doğrudur.
Bugün
imrendiğimiz Avrupa, Amerika çok çok yıllar önce toplu taşımacılığı keşfetmiş,
ülkesini demir ağlarla örmüş, deniz yolunu kullanmaya başlamış, bisiklet
kullanımını özendirmiş.
Ekonomilerini
sömürgecilik olarak belirleyen bu ülkeler bizi durmadan yol yapıp, araba almaya
bağımlı hale getirmişlerdir.
Başbakan
bile öğrencilere orman istiyorsanız gidin ormanda yaşayın diyebilecek kadar
kapitalizmin tuzağında olduğunu göstermiştir.
Kentin
içindeki ormanı yok edip yerine yol açarak trafiği rahatlattığını sanmaktadır.
Büyükşehir
Belediyesi bisiklet yolu diye bir uygulamaya geçmiş bu uygulamadan dolayı da
mırıltılar, şikayetler artmaya başlamıştır.
Gerekçe
zaten dar ve az olan yolların iyice küçüldüğü, buna gerek olmadığı şeklinde.
Oysa
trafiğin yeterli düzeyde akmadığı bir yolun acilen kapasitesinin artırılması
trafiği rahatlatır.
Ancak
bir zaman sonra artan kullanıcı sayısına bağlı olarak yol kapasitesi tekrar
yetersiz kalır ve kentte ki kısır döngü sürer gider.
Bakın
küçük bir istatistik bilgi vereyim.
Dünyada
en fazla başvurulan taşımacılık yolu yüzdeleri:
Karayolu
ile ABD 27%, Almanya % 58, Türkiye ise % 95.
Demiryolu
ile ABD%38, Almanya% 27, Türkiye %4.taşımacılık yapmaktadır.
Bu
rakamlar ortada iken trafikteki sıkışma, ölümlü veya yaralanmalı kazalar bizi
hiç şaşırtmamalı.
Antalya’da
ne kadar yol açmaya çalışırsan çalış her yıl trafiğe sokulan araç sayısını
düşündüğümüz zaman yol açmanın asla soruna çözüm olamayacağını bilmek için
kahin olmaya gerek yoktur.
Herhangi
bir trafik sıkışıklığının olduğu noktada arabalara dikkat edin.
Her
yüz arabanın en az yetmiş veya seksen tanesinde sadece aracı kullanan kişi
yolculuk etmektedir.
Yani
benim param var, arabam var öyleyse ben buna istediğim gibi binebilirim
anlayışı.
Oysa
uzak yolculuklar yapmayacağımız dönemlerde kendi vasıtamız yerine toplu taşıma
araçlarını kullanma alışkınlığını geliştirebilsek trafik kendiliğinden zaten
rahatlayacaktır.
Antalyalı’nın
mı yoksa bizim milletin alışkınlığı mı bilemiyorum.
Neredeyse
bakkala giderken bile arabayla gitmek, bir restorana falan gideceksek de
arabamızı hemen restoranın dibinde gözümüzün önünde görmek gibi anlayışlarımız
var.
Bilhassa
içkili yemekli toplantılara giden vatandaşlarımız içkili araba kullanmanın
yasak olduğunu bildiği halde taksi kullanma alışkanlığını henüz kazanabilmiş
değildir.
Yıllar
önce şimdiki kapalı yol trafiğe kapandığında esnaf dert yanıyordu, oysa şimdi
Antalya’nın en cazibeli yerlerinden biri haline geldi.
Keza
Cumhuriyet Meydanı’yla, Dönerciler Çarşısı arasındaki yolun kapanması.
Kentlerde
arabaları rahatlatmaktansa yayayı rahatlatmanın daha çağdaş ve modern bir
yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
Bu
kentte araba sayısını azaltacak acil tedbirler alınmalı, otoparklar
azaltılmalı, hatta fiyatları pahalandırılmalı, insanlar toplu taşımacılığa,
bisiklet kullanmaya özendirilmeli.
Bunları
yaptığımızda hem kendi ekonomimize hem de ülke ekonomisine katkı koymuş,
havanın daha az kirlenmesini, kazaların azalmasını sağlamış olacağız.
Başbakan
gibi kent içindeki ormanları yok etmek yerine, mümkünse nasıl yapılır bilmem
bulduğumuz her alanı ağaçlandırmalı kenti yeşil bir örtüyle donatmalıyız.
Yani
belediye başkanlarına bisiklet yollarını kaldırın, yeni yollar açın
diyeceğimize, bisiklet yollarının yetersiz olduğunu söylemeliyiz, mümkünse özel
motorlu araç kullanımı azaltmalıyız.
Elbette
bazı alışkanlıklarımızı yenmek, değiştirmek zordur ama bu kentin daha yaşanılır
bir hale gelmesini istiyorsak birlikte yaşamanın kurallarını bulmak ve uymak,
uygulatmak zorundayız.