“Binmişsin Bir Alamete Gidiyorsun Kıyamete”

Yaşar Kemal’in edebiyatımızdaki yerini bilmeyenimiz yoktur.

Romanlarındaki destansı anlatımı, sözcüklerle resim yapma ustalığı hangimizi büyülememiştir ki?

Her eserini birden fazla okuduğum nadir sanatçılarımızdandır Yaşar Kemal. Mart 2012’de Yapı Kredi Yayınları arasından yeni bir kitabı çıktı: Bu Bir Çağrıdır.

Kitap roman türünden değil, 1992 yılından 2009 yılına kadar yazdığı gazete ve dergi yazıları. Yazıların konusu ise tamamen iç sorunumuz üzerine.

Memleketimizin iç sorunlarının çoğuna parmak basmış aslında.

Yaşar Kemal çözümünü istediği sorunları, başkalarının aksine, bir aydın duyarlığıyla dile getiriyor. Onun için önemli olan demokrasilerin olmazsa olmazı olan Evrensel İnsan Hakları sorunudur. Bu sorun çözümlenmeden, memlekette hiçbir sorunun çözümlenemeyeceği kanısında.

Sorun karşısında duyarsız kalanlara şöylece seslenmesi, anlamlıdır: “Binmişsin bir alamete gidiyorsun kıyamete.” Bir bakıma kıyametin yaklaştığının sinyali var bu sözün odağında.

Savaşın ne denli kötü olduğunu Birinci Dünya Savaşından sonraki insanla örnekler.  Birinci Dünya Savaşından sonraki insan, önceki insan değildir, der ve bunun altını kalın çizgilerle çizerek günümüz ülke insanının son otuz yıllık örneğinden söz eder.

Hele bir entelektüel aydın için “Şu dünya, batmış dillerin, kültürlerin mezarlığıdır.” sözünün altına imza atmamak olası değildir. Bir mezarcı kültürünün etkisinde kalmışız, gidiyoruz.

Anadolu’muz bir kültürler merkezidir. O kültür motiflerinden kalma bir sözümüz vardır: “Zulmün artsın ki çabuk zeval bulasın.” Sol ideolojide de vardır bu sözün benzeri: “Baskı kurulmadan devrim olmaz.” diye

Zihniyetlerdir düşünceleri belirleyen. Düşüncelerimiz öylesine değişti ki, kendimizi tanıyamaz olduk. Bırakın kendimizi, kavramlarımızı da tanınmaz hale getirdik.

Hangi kavramı, dediğinizi duyar gibi oluyorum. Örneğin demokrasi. Bizim ülkemiz demokrasisinin tanımını kim yapabiliyorsa beri gelsin de biz de nasiplenelim bu tanımdan.

Hele şu yurtseverlik kavramı!... Birbirimizi katlederek yurtseverlik ölçütümüz belirlenir oldu neredeyse. Pardon! Neredeyse değil, aynen öyle. Böyle bir ortamda güzelim demokrasinin adını alacaksın, ardından da “kelle” sayısına göre de demokrat olacaksın. Vay halimize! Vay ki, ne vay!

Ama unuttuğumuz kimi şeylerin hesabını,  gün gelir birileri sorar bizlerden. Binlerce yıl önce ne demiş büyük filozof: “Ülkelerin türkülerini yaratanlar, kanunlarını yaratanlardan daha güçlüdür.”

Gerçi diyeceksiniz ki, nerede bu türkü yapanlar?

Nerde o hünerli ellerle sazın tellerini titretenler?

İtiraf etmeliyim ki, nerede olduklarını ben de bilmiyorum.

Ya bunlar türkü söylemeyi unuttular ya da birileri kopardı sazlarının tellerini.

Bu Bir Çağrıdır kitabında mesaj; güzelim Türkiye’nin kanına ekmek doğrayan, maşa dururken elini yakan, dahası bütün bedenini yanma tehlikesine atan inatçı ırkçılaradır.

Mustafa Kemal’in 1923’te İzmit’te yaptığı basın toplantısından bir konuşmasıyla çağrıda bulunan Yaşar Kemal, kendi halkını anlamamak insan olmamakla birdir, der ve tarih bilincinden yoksun olanları gerçekçi tarihe yönelmelerini ister.

Kitabın en dikkat çekici yanı sonuç bölümü olsa gerektir. Çünkü kardeş savaşını bir destanımızın konusuyla öylesine örneklemiştir ki, adeta okuyucuyu bir kez daha kendine hayran bırakıyor.

Cem Erciyes’le yaptığı bir söyleşideki konuşmanın son cümlelerini yorumsuz aktarmak istiyorum.

“Destanlar her ülkede insanların dilidir. Ben de bu konuşma için Manas Destanından bir olay seçtim. Kırgızların destanı olan Manas Destanı bütün Orta Asya Türklerinin de destanıdır. Bu destan gittikçe dünyada tanınıyor, gittikçe İlyada, Dede Korkut gibi tüm insanların destanı olacaktır.

Kalmuklar büyük, güçlü bir ulustur.  Her zaman Kırgızların tepesinde, Kırgızlara soluk aldırmazlar. Tarih Boyunca onları tutsak etmişlerdir. Kırgızlar da tutsak oldukça bir fırsatını bulup isyan ederler. Kalmukları yenerler, Kalmuklar gene saldırırlar. Kırgızlar yıllar sonra gene özgürlüklerine kavuşurlar. Yıllar geçer, Karluklara önemli bir Han gelir. Bu Han Karlukların akillerini toplar, onlara Kırgızları hep yendiklerini, arkasından da hep yenildiklerini söyler. Onları yendikten sonra ne yapmalı ki Kırgızlar bir daha ayaklanmasın, çobanlıktan ayrılmasınlar, bizim uşaklığımızdan kurtulmasınlar. Haydi gidin, bana üç ay sonra gelin. Birinizin görkemli bir düşüncesi olursa ona büyük bir armağan vereceğim.

Akiller dağılmışlar, üç ay sonra Han’ın huzuruna gelmişler. Hepsi birden ‘Hanımız biz düşündük, bunların çoğunun dilini keserseniz ayağa kalkamaz, bir daha savaş yapamazlar’ demişler.

Han: ‘Bunu beğenmedim demiş, haydi gidin üç ay sonra gelin.’

Üç ay sonra akiller gelmiş, hepsi bir şey söylemiş. Han hiçbirini beğenmemiş. Han bakmış orada köşede yumulmuş biri oturuyor.

Han: ‘Sen dillerini keselim demiyor musun?’

‘Demiyorum,’ demiş.

Han, ‘Pekiyi’ demiş, ‘senin düşüncen nedir?’

‘Ben Derim ki, Kırgızlara gidelim. Onlar çoktandır barışmak istiyorlar.’

Han: ‘Bundan sonra savaşmak yok, şu dünyada hiçbir şey için ölmek, öldürmek yok.’”

Anlayana sivrisinek saz…

Yayın Tarihi
23.04.2012
Bu makale 3106 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

ÇOK OKUNAN

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!