İnsanların toplu halde yaşamaları, onların "sosyallik içgüdüsü" yanında, akıl ve bilinç sahibi varlıklar olmalarının bir sonucudur. Toplumdan söz edebilmek için en az iki kişinin bir araya gelmesi gerekir. Yer yüzünde toplumların oluştuğu ilk günden itibaren bir düzene de gereksinim duyulmuş ve böylece, toplumsal düzen ile hukuk aynı anda varlık kazanmışlardır. Bilinir ki, hukukun etkin olmadığı toplumlarda kargaşa (kaos) hüküm sürer ve kaos ortamında düzenden söz edilmesi elbette olanaksızdır.
Gerçi toplumsal düzen kuralları hukuk kurallarından ibaret değildir; din, ahlâk, gelenek görenek ve hattâ moda kuralları toplumsal düzen kuralları arasında önemli yere sahiptirler. Hukuk kurallarının diğer kurallardan en önemli farkı, devlet tarafından konulmuş olmalarında ve yaptırımlarının maddî olup devlet tarafından uygulanmasında kendini gösterir. Gerçekten diğer toplumsal düzen kurallarının yaptırımları mânevî iken, emredici hukuk kurallarının yaptırımları devlet gücüne dayanmaktadır, yâni bu kurallara uymak zorunludur.
Hukukun ve hukuk kurallarının tanımı, türleri ve özellikleri çeşitli açılardan incelenmekte olup, ileri sürülen görüşler acımasızca eleştirilmekte ve bu durum yüzyıllardır süregelmektedir. Pozitif hukuk kavramı da bu eleştirilerden nasibini çokça almıştır ve günümüzde de almaya devam etmektedir. Ne var ki, okuyucuyla anlaşmazlığa düşmemek adına bu yazı kapsamında bir tanım denemesi yapmayı kaçınılmaz buluyorum: Pozitif Hukuk, bir toplumda siyâsi iktidar sahibi (yöneten) durumunda olanlar tarafından çıkarılan ve yönetilenlerin davranışlarını düzenleyen yürürlükteki yazılı hukuk kurallarının bütünüdür.
Pozitif Hukuku inceleyen hukuk dalına da Dogmatik Hukuk Bilimi denir.
Hukuk kuralları herkes için geçerli, yâni belli kişi veya kişiler için değil, ilgili herkes için konulmuş genel nitelikte (soyut) kurallardır. Hâkim, önüne gelen somut olayı (dâvayı), soyut hukuk kuralından yararlanarak çözer. Kısacası, hukukun uygulanması, somut olayların (ihtilâfların) soyut kurallardan yararlanılarak çözüme kavuşturulması demektir.
Hukukun uygulanması dediğimiz anda, adâlet kavramıyla karşılaşmamız kaçınılmazdır. Ancak, adâlet de bugüne kadar tanımlanamamış, oldukça görece, son derece kaypak ve soyut bir kavramdır. Fakat bu konuların irdelenmesini Hukuk Felsefesine bırakarak, adâletin bir hukuk ideali olduğunu söyleyebiliriz.
Kısaca ifade etmek gerekirse, adâlet hukukun amacıdır.
Aslında hukuk, bu amacını hiçbir zaman tam olarak gerçekleştiremeyeceğini bilir. Çünkü bir amaç gerçekleştiği anda artık ideal olma özelliğini yitirir ve onun yerine bir sonraki amaca ulaşmak ideal hâline gelir. Bu süreç devamlı olarak böyle işleyeceğine göre, hukuk, adalet idesine yaklaşabildiği ölçüde başarılıdır. Adâlet kavramının, hak, kişilik, eşitlik ve özgürlük kavramlarıyla da çok yakından bağlantılı, hatta iç-içe olduğunu unutmamak gerekir.
Toplumda büyük sorunlar, çalkantılar yaşanmıyorsa, bireyler soyut adâlet kavramıyla pek fazla ilgilenmezler; günlük yaşamın hızlı temposu içinde karşılaşılan sıradan sorunlar, onlar için daha ön plândadır. Bu yüzdendir ki, insanların kafasında adâlet düşüncesini ön plâna çıkaran olgu, adâletin yokluğu; yâni, adaletsizlik olgusudur. Bireylerin toplumsal yaşamda maruz kaldıklarına inandıkları adaletsizlikler belirgin bir düzeye gelmiş ve toplum vicdanı bundan rahatsızlık duymaya başlamışsa, farklı bir ifadeyle, bireyler arasında, hukukî sorunlarının çözümünde adaletsizliklerin çok yaygınlaştığı inancı ön plâna çıkmışsa, toplumsal düzeni sağlamakla görevli hukukta (pozitif hukukta) sorun var demektir. Bu sorunun çözümü, ideal hukukun konusunu oluşturan sovut adalet ilkelerinin, bireyler arasında ortaya çıkan ihtilâfların (dâvaların) çözümünde uygulanacak hukuk kurallarına (pozitif hukuk kurallarına)
yansıtılması ile mümkündür. Hukukun bu işlevine somut olay adâletini (hakkaniyeti) gerçekleştirme işlevi denir. İşte bu noktada yasa koyucular, pozitif hukuk kurallarını koyarken, başta mahkemeler olmak üzere uygulayıcılar da bu kuralları somut olaylara uygularken son derece dikkatli ve titiz davranmak zorundadırlar. TC Anayasası'nın 17 ve devamı maddelerinde güvence altına alınmış bulunan temel hak ve özgürlükler başta olmak üzere, insanı insan yapan maddî ve manevî değerleri göz ardı eden bir hukuk düzeninde kaos kaçınılmaz olur.
Adalet llâhesi Themis bir elinde terazi, diğer elinde kılıç tutan gözü bandajlı bir kadın figürü ile temsil edilir. Burada anlatılmak istenen, hukukun terazi ilesuçu ve kusuru belirleyeceği, kılıçla suçluyu ve kusurluyu cezalandıracağı, bunları vaparken de gözü bandajlı olduğundan, hiçbir etki altında kalmayacağıdır.