TEK TEK

Ayçiçekleri de gitti ya, mevsim şimdi Sonbahardır

Sabah, dev bir makinenin iştahlı sesiyle uyandım.

Ses, zihnimde birkaç ton ağırlığında, metrelerce uzunlukta, Jurassic Dönem’den kalma bir tırtılın devasa boyuttaki bitkileri kemirirken çıkardığı gürültüyü çağrıştırdı.

Yataktan kalktım, odamın penceresinden baktım. Kulağıma ilkin, toplanmayı bekleyen cevizlerinin ağırlığını taşımaktan yorgun, en kalın dalından yapraklarına kadar yavaş yavaş sallanan ve sabah zikrini sürdüren ağacın yumuşacık sesi geldi.

Homurtulu ses baskın çıktı. Ama sesin kaynağını göremedim. Sabahın nemine sanki çimen ve yeni kesilmiş ağaç kokusu karışmıştı. Çocuklarımın odasına geçtim, perdeyi aralayınca sabah sisi gibi, çiğ gibi, toz zerrecikleri gibi tarif etmekte zorlandığım ama olağanüstü seyirlik bir yeşil tül havada gerili duruyordu. Yeşil tül, biçerdöverin ayçiçek tarlasındaki doymaz iştahının ağız sulunması olabilir miydi? Biçerdöver ayçiçeklerini içine çekiyor, onları parça parça doğrarken etrafa samansı parçacıklar uçuruyor ve çevreye reçine kokusunu yayıyordu.   

Homurdanan, etrafa koku yayan dev canavarı gördüm. Küçük oğlumu uyandırdım. İlk kez hasat görecekti. Pencerenin önüne oturttum.  Biçerdöverin gürültüsüyle birlikte ayçiçeklerinin kaybolmalarının sihirli görüntüsüne hayretle baktı. Ayçiçeklerinin her gününe tanıklık eden meraklı minik gözler, daha bir ay öncesine kadar turuncu renkli kelleleriyle bir büyük caminin cemaati gibi saf tutmuş görünüşlü ayçiçeklerinin tarladan başka diyara yolculuğuna tanıklık ediyordu.

Kuruyan her şey diriliğini ve canlılığını yitirir. Ayçiçekleri, aslında ölmeye hazır olduğunun işaretini  vermişti. Yeşil sapları pörsümüş, kararıp kurumaya başlamıştı. Turuncunun en güzel tonlarıyla edalı, işveli bir güzellik sergileyen başlarında bir süredir arı da kelebek de uçmaz olmuştu. Yaprak yaprak altın gerdanlıkları kaybolmuş, her gün makyajlanan gün ışığı yüzü solgun ve yere bakar haldeydi. Her gün tazelenmeyi bir süredir ihmal ediyordu.

Doğada terkedilmek ölüme hazırlıktır. Gün ışığından umudu kesmek de öyle, gözü toprağa dikmek de... Ama ayçiçekleri hasatla birlikte geride miras bırakmayı bilen canlılardı. Bir ölüp bin dirilen cinsinden. Ayçiçeklerinin bir nesli birkaç aylık ömürlerini tamamlayıp giderken, tohumlarıyla bir başka toprakta yeniden hayat yolculuğunu sürdüreceklerini biliyor olmalıydılar.

Oğluma ve önümdeki sonsuzluğa uzanan manzaraya bakarken, hayatın seyirden ve tefekkürden ibaret olduğuna bir kez daha kanaat getirdim. Hayat temaşa; rengi, dokusu, kokusu ve sesi olan temaşa... Hayat tefekkür... "Rabbim bana sükûtumun tefekkür olmasını emretti." ve "Kalbim, rabbini gördü."

Yaşam, duygularla örülü bir seyir hali. Yazlığa geldiğimizde henüz baş vermiş ayçiçekleri, bir süre sonra çiçek açmış, amber kokusu odalarımızı doldurmuştu. Zaman ne hızlı akıyor.

Biçerdöver, 10 dönümlük tarladaki ayçiçeklerini bir saatte yedi, bitirdi. Tarlada ayçiçeklerinin ezilmiş, kırılmış ve yer yer sökülmüş sapları ile kamışlaşan sazlar kaldı. Şimdi kuşlar doldu tarlaya. Dökülen ayçiçeklerini toplayanları da var, açığa çıkan böcekleri avlayanlar da.

Yeşil tül, güneşle birlikte hem havaya hem toprağa karıştı. Hasat kokusu kaybolmadı. Rüzgar estikçe yoğunlaşan koku, kar yağıncaya kadar kalacağa benzer.

Ayçiçekleri büyürken de güzeldi, ölürken de. Ayçiçekleri gibi olabilsek. Güzel açsak, güzel olgunlaşsak, güzel gitsek; geride bir yeşil tül ve hoş koku bırakarak... Hasat edilebilsek ve orada kuşları ağırlayabilsek... Ayçiçekleri de gitti ya, mevsim şimdi sonbahardır.

Yayın Tarihi
20.09.2021
Bu makale 2910 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!