Bu söz, acıda ve sevinçte ortak olan, yasta ve toyda aynı duyguları yaşayan; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Arap, Süryani, Pomak, Boşnak, Ermeni, Rum vd. etnik kökenli ve her tür inançtan vatandaşlarını tanımlar. Bu ülküye ve bu vatana candan bağlı bizler, Balkan Savaşları’yla başlayan ve Kurtuluş Savaşı’yla noktalanan süreçte, üç kıtada acı ve yıkımın her türünü görmüş ve son direniş noktasında son sermayesini yani canını ortaya koymuş ataların torunlarıyız. Bu torunlardan herhangi birine “Kılıç Artığı, Ermeni-Rum Dölü (adı soyadı değişmeden bugüne gelmiş ve soykırım yalanının canlı ispatlarını kastediyorum. Sabetayist, Ermeni, Rum bütün kriptoların en tehlikeli zararlılar olduğunu tabii ki biliyorum)” gibi hakaretlerde bulunanlara özellikle dikkat edilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu bağlamda, kim ki vatan sevdalılarını “ötekilik” etiketiyle bölmeye çalışıyor, çocukluğunu birlikte geçirdiğin arkadaşınla ve hatta kardeşinle arana girmeye çalışıyor, bilelim ki asıl “artık” O’dur. 19 Mayıs 1919’da Atatürk Ulusal Direnişi başlattığında ve hızla organizasyonu derleyip toparladığında, İngilizler de boş durmuyordu elbette. Bir yandan Yunan ordusunu sahada itelerken; öte yandan da suikast, casusluk, adam devşirme, manipülasyon ve resmî hükümet eliyle tebligatlarla, yüzyıllardır ustalaştığı bütün silahlarını kullanmaktan da geri durmuyordu. Bu propagandaların en başında da Ulusal Direnişimiz’in her oluşumunun başına “Kemalist” sözcüğünü eklemek geliyordu. Oysa, hiçbir - izm'e bağlı olmayan ve asla bir - izm yaratarak milletini dar kalıplara sokmayan o büyük adam, oyunu kendi sahasında oynuyor ve rakiplerini çok iyi tanıyordu. Kendine inanmış milletiyle bu yükü ve silahı omuzladı; barutu, kanı ve vatan sevgisini harç ederek bu devletin temellerini attı. Bugün hâlâ bizlere, özellikle Kemalist diyenlere dikkat ediniz, Fetöcüler ve PKK’lılar başta olmak üzere bu vatanın zararına düşünen ve hareket edenlerdir hepsi. İşte bu nedenle, bugün bize kim "Kemalist" diyorsa kendi kimliğini beyan ediyordur; kaldı ki bu anlamda Kemalist olmakla da övünürüz.
Ben bir Egeli olarak, kendi açımdan tanımlayayım durumu. Bir Efe asla diz çökmez. Ama diyeceksiniz ki “Zeybek oynarken diz vuruyor!”. Evet, bir Efe zeybek oynarken dizini yere vurduğunda ve eliyle toprağı okşayıp meydan okurca kollarını açtığında demek istemektedir ki “Bu vatan, atalarımın kanıyla yunmuş bu topraklar benim. Dün geldiğinizde ben vardım burada, bugün gelirseniz yine ben buradayım. Bu açılmış, çelikten kolların cendere ya da kucak olması, sizin geliş amacınıza bağlıdır.”
Yüzyıllardır bu toprağa kanla bağlandık. Oğullar kızlar aracılığıyla birbirine karışan; düşman süngüsü ya da kalleş örgütlerin pusulu mermileriyle bu kutsal toprağa karışan kanlarımızla. Hâlâ da o ataların yiğit torunları, gözlerini kırpmadan, kanlarıyla sulamaktalar bu gencecik Cumhuriyet fidanını. 19 Mayıs 1919’da, Samsun iskelesine ayak basıldığında İngiliz taburunu kilitleyiveren yiğitlerin hiçbirinin etnik kökenini bilmiyoruz. Çerkes Ethemler çıktığı gibi, Ali Kemaller de çıktı, onu çok iyi biliyoruz. Önemli olan, o gün önümüze tutulan ışığın izinde, o ışığı daha da güçlendirerek yürümektir.
Tüm şehitlerimizi, bir şiirimle anarak noktalamak istiyorum.
Ruhları şad olsun!
Vurulmuş da kıvrılmış,
iki metre kar üstünde boy vermiş
karanlık kaya elinde,
kıvrılmış da yatıyor
yeniden rahimdeymiş gibi,
yaşanmamış gençliğine uzanmış
uzanmış da tutunamamış,
kan kırmızı
kar beyaz.
Vurulmuş,
boynunun solundan ağır ağır aşağı inen
bir dağ yolu gibi çetin
omuz başına doğru,
yolculanırken kınalı
anacıl bir kucaklamanın anca yettiği yerden,
son kez gören gözlerin
gözyaşları ektiği yere doğru,
kan kırmızı
kar beyaz.
Vurulmuş,
yutmuş sesini
duyamayacaklara ağıtlı,
bir hıçkırık gibi düğümlenmiş elleri,
kızoğlankız parmakları bükülmüş,
sönmüş gözlerindeki şaşkınlık,
ısırılmış ucundan
aah o sevdaya hiç dönmeyecek dilleri,
kan kırmızı
kar beyaz.
Vurulmuş cancağızım,
uzanmış unutulmaklara iki ağıt sonralık,
üzerinde ucuz tütün,
yarı ısıtmış ıslak odun kokulu,
sadece bir ana için buram buram tütülü,
yığılmış yorgun
yığılmış alnında kırışıklar,
yaşı ne çok Tanrım
yirmi yüzyıl gibi,
kan kırmızı,
kar beyaz.
Alınmış omuzlar üstüne,
aziz bellenmiş bir kereliğine,
toprak derin
toprak ıslak,
toprak karanlık
ve soğuk mermer,
kimsesizlikler ağlar ardından da
sonralarda bir anadan gayrı kim n'eyler?
Vahiy gelmiş buyurmuşlar,
bilmezler mi
pusuludur eşkiya kurşunu
kazası olmaz trafiğinin;
komutanım, devrem, kardeşim,
dağ başlarında can devrettiğim,
rahat ol,
uğruna düştüğün bayrak bizde;
bayrak
kan kırmızı
kar beyaz...