DUAYEN

Neden Şehirlerimiz çirkinleşiyor?

Tabii bu sade şehirlerle sınırlı değil. Kasabalarımız, köylerimiz de çirkinleşiyor. Bundan henen hemen herkes şikâyetçi. Ama nedenini araştıranı pek duymadım. Ben bu çirkinleşmeyi üç ana unsura bağlıyorum. Bu yazımda bu düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.

  • Her şeyde olduğu gibi sanatta da Arz-Talep çok önemlidir. Eğer toplum güzelliği talep etmiyorsa o toplunda sanatçı yetişmez. Türk toplumu maalesef sanatla pek ilgilenmediği için sanatçıları da yetişmemiştir. Osmanlı İmparatorluğunda eğitim kurumlaşmadığı ve eğitim vakıflarla yönetildiği için, sübyan okulları ve medreseler bir eğitim kurumu olmaktan çok din öğretilen kurumlar olmuştur. Kültüründe sanat olmadığı için aileden de bir şey öğrenilmemiştir. Sanat; nadir yetişmiş, sanatkârlardan ancak meşk ile öğrenilebilmiştir. Bu da yaygın ve devamlı olamamıştır. Din adamlarının; hiçbir temele dayandırmadan, yasakladıkları görsel sanatlar (Resim ve heykel) soruna tuz biber ektiğini söyleyebilirim.
  • Göçebe olan Türkler daha çok tarım, hayvancılık ve askerlikle uğraşmışlar sanatla pek ilgilenmemişlerdir. Bu durum, yerleşik düzene geçtikten sonra da devam etmiş ve Padişahlar Türkleri sadece ırgat olarak görmüşlerdir. Gerek yönetimde gerekse kentsel faaliyetlerde (inşaat-ticaret gibi) azınlıklar (Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler) daima öne çıkmıştır.  Rumların inşaat ve hizmet işlerinde, Ermenilerin kuyumculuk ve müzik alanında Yahudilerin ise ticarette yeteneklerini inkâr etmek büyük bir haksızlık olur. Bu gün hayranlıkla seyrettiğimiz Kaleiçi evlerinin ustaları Rum’dur. Koca Mimar Sinan da bir devşirme değil midir? Osmanlının son dönemlerinde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Mimariye Ermeniler ve yabancı mimarlar egemen olmuşlardır. Muhteşem eserler de meydana getirmişlerdir. Sanat eğitimine 1881 de sanayi-i Nefise Mektebinin açılmasıyla başlanmıştır. Maalesef bu okula müracaat eden öğrenciler arasında bir tek Türk öğrenci dahi yoktu. Tabii, altyapı olmayınca insanlarda merak ve arzu da oluşmuyor. Atatürk Cumhuriyeti kurarken ünlü yabancı mimarlardan faydalanmıştır. En önemlisi de Taut, Bonatz gibi dahi mimarları üniversitelere eğitici olarak atamasıdır. Biz bu dönemin sonuna yetiştik. Ama bütün eğitimimizi bu ünlü hocaların asistanlarından aldık. Kemal Ahmet Aru, Orhan Sefa, Kemalettin Söylemezoğlu, Emin Onat, Mukbil Gökdoğan, Nezih Eldem gibi hocalarımız oldu. Hepsinin ruhu şad olsun. Bu gün hemen hemen her ilde bir üniversite ve mimarlık fakültesi var ama hiç birinde hoca yok. Yumurtasız omlet yapmak gibi bir şey bu. Sonuç olarak böyle bir sistem ile mimaride bir kalite beklenemez. Uygulamalarda yapılan yanlışlar, durumu daha da vahim hale getirmiştir. Şehirlerin gelişmesi ve güzelleşmesinde şehircilerin payı büyüktür. Bizde şehircilik fakülteleri 1956 tarihinde Orta Doğu Üniversitesinin kuruluşu ile açılmıştır. Ama maalesef şehirciler hesap kitaba fazla dalıp estetiği dışlamışlar gibi gözüküyorlar. Unutmamak gerek ki Mimari, şehirciliğin de inşaatın da temelini teşkil eder. Estetik başka türlü elde edilemez. İyi mimarlarınız olmazsa şehirleriniz de inşaatlarınız da öksüz kalır. Kat mülkiyetinin uygulanmaya konmasıyla daha güzel mekânlar meydana getirmek mümkün iken, şehircilerimiz maalesef, eski usul peynir kalıbı gibi parselasyondan vaz geçememiştir.

 

  • Son olarak; bir işin iyi ve güzel olması için, işverenlerin ve yöneticilerin ne kadar önemli olduğundan bahsetmek istiyorum. Mimarlık diğer sanatlar gibi (Resim, heykel, müzik, edebiyat) bireysel, ucuz uygulanabilecek bir sanat değildir. Mimari büyük bir sermayeye ihtiyaç gösterir. Bu da mimarı işverene büyük çapta bağımlı kılar. Eğer işveren baskı kurup istediği gibi bir proje yaptırırsa o projede estetik aramak boşuna olur. Bazı işverenler de proje safhasından sonra, uygulamada değişiklik yapmakta bir beis görmezler. 1961 senesinde açılan yeni TBMM binası bir yarışma ile yapılır. Jüri üç projeyi birinciliğe layık görür. Atatürk ve arkadaşları Holzmeister’in projesini tercih ederler ve uygularlar. Cindoruk’un başkanlığı zamanında büyük salon yine yarışma ile dekore edilir. Bu yarışmayı İlhami Kural ve Adnan Ural kazanırlar.  Demokraside çok iyi olduğumuz söylenemez ama Meclis toplantı salonunun dünyanın en güzel ve modern salonu olduğunu söyleyebilirim. 1986 da Özal zamanında, meclis camisi Behruz Çinici’ ye yaptırılır. Bu güzel yapı Ağa Han ödülünü alır. Çankaya köşkü de Holzmeister’ in eseridir. Bir de bu gün yapılan saraylara, camilere, kamu yapılarına bakın. Hiç birinde; gelenekler uğruna, büyüklük ve şatafattan başka estetik kaygı göremezsiniz. Çamlıca Camisi yapılmaya karar verilince Mimarlar Odası bir yarışma açılmasını önerir. Yönetim de fazla tepki çekmemek için bunu kabul eder. Ancak Jüri, yönetimin yandaşlarından kurulduğu için sonuçta işverenin istediği tipte bir proje birinci olur. Buna da “Ali Cengiz oyunu” diyoruz. Toki gibi bir kurumun yönetim kadrosunda bir tek mimar bulunmaması size biraz tuhaf gelmiyor mu?

Yine de; çok şükür, ülkemizde dünya çapında genç mimarlarımız var. Az da olsa çok güzel binalar yapılıyor. Bunları da başka bir yazıda anlatmak isterim. Maksadım birilerini yermek veya aşağılamak değil. Sadece; gerçekleri görerek, Türkiye’nin sanata daha fazla önem vermesi ve çaba sarf etmesi gerektiğini vurgulamak istedim.

Yayın Tarihi
20.12.2020
Bu makale 1664 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!