YAŞAMAK ZAMANI

Diken Tarlasından Gül Bahçesine (12)

Çayır Çimen Geze Geze Oldum Ben Bir Geveze

            Bildiğiniz gibi, çiftlik adayı diken tarlasına kondurduğumuz köy evi de bitmişti, havuz da…

            “Pekiyi, havuz çukurundan çıkan dağ gibi yığılı duran toprak ne oldu?” diye mi soruyorsunuz?

            Bir greyder geldi; bir iki saat içinde yaydı çevreye.

            “Bu durumda, yapacak iş kalmadı artık.” diyorsunuz, öyle mi?

            Olur mu?

            İş biter mi hiç?

            Çevreye yayılan o toprak öyle kalsa, bir yağmur yağınca ne olurdu?

            Her yer baştan başa çamur ve balçık olmaz mıydı?

            Öyleyse bir çözüm bulmak gerekirdi buna.

            Ne gelir sizin aklınıza?

            Sözgelişi, en kolayı ve en temizi üstünü betonla örtmek…

            Neden?

            Rüzgâr esince toz toprak da olmaz; göze de hoş görünür; değil mi?

            Ben hiç böyle düşünmedim.

            İstanbul’dan, Silivri Semizkumlar’daki Büyük Erseven Tatil Köyü’nden niçin kaçıyorduk biz?

            Beton görmek için mi?

            Eşimin, “Çıplak ayakla çimlere basmak, çıplak ayakla çimleri sulamak istiyorum ben.” sözünün hiçbir değeri yok muydu?

            Bir zamanların çimler ve çiçeklerle süslü Taksim ve Beyazıt Meydanları’nı betonla sıvamışlardı da daha mı güzel olmuştu sanki?

            Zor olanı, zahmetli olanı, yorucu ve daha pahalı ama sonucu daha güzel olanı seçtim ben. Havuzun çevresi, evimizin tüm önü yemyeşil çim olmalıydı.

            Kim yapardı bu işi?

            Silivri’ye geldiğimiz günlerden bu yana tanıdığım, çiçek ve fidan alışverişi yaptığım Çiçekçi Nejat’a gittim yine.

            “Hay hay Hüseyin Bey, yaparız.” dedi.

            Bu işi iyi bilen bir tanıdığıyla konuşup sonucu bildirecekti.

            Ertesi gün sabah gittiğimde, o arkadaşla birlikteydi.

            “Olur abi, yaparım. Yeri bir görelim önce. Ne gerekir, ne kadar gerekir; onu belirleyelim, gerisi kolay.”

            Birlikte gittik. Çim yapılacak yeri görüp göz kararıyla ölçüp biçtikten sonra:

            “Önce bu alanı bir sulayalım. Sonra iki kamyon gübreli toprak getirip dağıtalım. Buraya şu kadar çim tohumu gerekir. Onu serptikten sonra, üzerine iki kamyon kum ve gübre karışımı toprak döküp her akşam, yağmurlama yöntemiyle sulayacağız.”

            “Ne zaman başlarız?”

            “Tamam derseniz, hemen bugün başlayalım.”

            “Tamam, başlayalım.”

            Tamam demeden, haydi başlayalım; demeden hangi iş olmuş ki?

            Birkaç gün içinde bitti bu işler. Bizim Bahçıvan İlyas Efendi’nin fidanları suladığı hortumun ucuna takılan bir yağmurlama aygıtı aldım. Ayrıca plastik bir kazığın başında hortumdan basınçlı su gelince fırıl fırıl dönen iki yağmurlama daha…

            İlyas Efendi gibi, benim de çok hoşuma gitti bu kolaylık. Yeni ekilen çim için de çok uygundu; bu tür sulama.

            Bir hafta geçti geçmedi; görünmeye başladı çimler. Ha bugün, ha yarın diye merakla bekleyen bizler öyle sevindik ki bu sonuca.

            “Ne güzel olacak, yemyeşil çim olunca bu alan!” deyip durduk.

            İlyas Efendi, güneş battıktan sonra her akşam bol bol suladı; çim ekili alanı.

            Yaklaşık iki hafta sonra yemyeşildi; mavi havuzumuzun çevresi. “Her şeyin tazesi makbul” denir ya, ya çimin tazesi?

            Dediler ki bilenler:

             “Çim dışında yeşeren yabani otları ayıklamak gerekir.”

            “Biraz büyüyünce zaten biçilmeyecek mi? Gerek yok ayıklamaya. Yeşil olsun da nasıl olursa olsun.” diye düşünüp yapmadım; yaptırmadım o işlemi.

            Keşke yaptırsaymışım!

            Çim başka, pıtrak başka, ayrıkotu başka… Dağdan gelen, bağdakini kovuyor hep.

            Koyun sürüsünün içine giren bir kurt bile fazla… Haydi, o neyse ne! Yani ki, koskoca yırtıcı bir hayvan…

            Ya elmaya giren küçücük kurda ne diyelim? Müdahale etmezseniz, koskoca meyveyi nasıl da yiyip bitiriyor; o minicik canlı!

            Neyse, felsefe yapmayı bırakıp da konumuza döneyim ben yine.

            Bol bol sulanınca, kısa sürede uzadı çimler. Biçilmesi gerektiğini düşündük o zaman.

            Güzel de neyle biçilecek?

            Evet, bir çim biçme makinesi gerekiyordu bize.

            “Elektrikli mi, mazotlu mu?” diye sordular. O âna kadar bunu düşünmemiştim.

            “Mazotla kim uğraşacak, elektrikli olsun.” dedim. Uzun mu uzun bir de kablo gerekiyordu tabii. Yaklaşık yirmi yıl kullandık o çim makinesini. Emekliye ayırınca, mazotlusunu aldık bu kez.

            Haklısınız, haklısınız!

            Beton yapsaydım, hiç bunlarla uğraşıp durmayacaktım. Kendi elimle bozmuştum ben rahatımı!

            Nedense, hep kazığı yedikten sonra geliyor; aklım başıma benim!

            Uzun zamandır dinlemediğim:

            “Çayır çimen geze geze

            Oldum ben bir geveze

            Kızına gönül verdim

            Darılma hanım teyze”

türküsünü anımsadım birden. 1950’li yıllarda Aksu Öğretmen Okulu’nda öğrenciyken mandolinimle çalar, söylerdim.  Nasıl özledim, bir bilseniz!

            Bir söyleyen olsa da kulaklarımın pası silinse!

Yayın Tarihi
29.10.2021
Bu makale 625 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!