Çalmadan yaşamak

          Beyinlerdeki pislik temizlenmeden, geriye kanalizasyonu bağlamak yarar sağlamıyor. Kalbi nasırlanmışlarda, insanlık aramak körün sağıra danışmanlığı gibidir. Ahlak erozyonuna ne ormanlar, ne setler kar eylermiş. Çöküş ruhta olunca bedenden necaset akması yadsınmamalı.

         Ufaktan başlayayım, bayramlık ağzımı açayım; Ya Allah Ya Bismillah:

         “Arabasının küllüğünü yola döken sürücüler, zıkkımlandıklarının artıklarını sağa sola saçan yolcular, kaldırıma tüküren medeniyetsizler ne diye hitap edeyim size! Umumi tuvaletlerin kapılarını telefon rehberi ya da adres defteri edinen üçüncü cinsler, camii avlularında fink atan muhabbet tellalları, okul kenarlarında forma giyerek talebeymişçesine mevzilenen zehir tacirleri, kucakladıkları kiralık bebeklerle kavşakları mekân tutan aileboyu dilenciler gına getirdiniz! Garibanları ağlarına düşüren anutçular, turistleri tokatlayan cep fareleri, tepsilerinde midye altı taşımacıları, sıfatlarının nuru dökülmüş sahte içkiciler, sıraladıkça bitmiyorsunuz, yoruldum vallahi!  Geride bıraktığınız pislikleri görevliler temizliyor ve onların emeğinden çalıp kul hakkı yiyorsunuz, bunların hepsi hırsızlık kategorisinde değerlendirilip cezalandırılmalı.
           Elbette güzel hasletlerimizi göz ardı edemem, kötünün, yanlışın, hatanın emsal olamayacağını da bilenlerdenim. Ancak gittikçe yozlaşıp bataklığa koşuyoruz gibiyiz. Cıvıklık diz kapağımızdan boynumuza mı yükseliyor, yoksa baştan aşağıya biz mi çöküyoruz. Çamur ağzımızı, koku genzimizi tutmadan silkelenmeliyiz. İnançsızlık merhametsizliği, cehalet kötülüğü körükler.       

                Eğitilmeden öğretilmez

                Siyasilerden örneklersek eğer amiyane tabirle: İmam yellendiğinde cemaatin ne yaptığı malumunuzdur. Arabanın ön tekeri nereye giderse arka tekeri oraya gidermiş. Hiç şaşırmamalı, cami avlusundaki çeşmenin musluğunu çalınmasın diye mermer duvarına demir çemberle kaynak etmişler ama bu çalmaya kalkışanların cemaat olduğu anlamına gelmez. Sapla samanı karıştırmayalım. Ayrıca abdest almak için askıya asılan ceket ve pardösülerin ceplerinden para çalıp ceketi başka ceketle değiştirdiklerini herkes biliyor. Genellikle cami avlularında görülen bu tür hırsızlıklarda, mağdur abdest alma sırasında kollarını yıkamak amacıyla ceketini çıkardığında, arkasından yaklaşılarak gerçekleştiriliyor. Yineliyorum: Şimdi bu olay camide oldu diye ibadet için halisane duygularla camiye gelenleri suçlamak, dinle bağdaştırmak cahilliktir, ötesinde günahtır.

              Toplumun genel sorunu: hırsızlık

              Tuvaletlerdeki temizlik kâğıtları çalınmasın diye benzer yöntemler uygulanıyor. Tedbir amaçlı önlemleri saymakla bitiremeyiz. Dolayısıyla tüm topluma potansiyel hırsız gözüyle bakamayız, aynı kefede tartamayız! Eğri ocağın dumanı doğru tütmez, ayrıca hangi görüşte, hangi ırkta, hangi mezhepte olursa olsun hırsız hırsızdır. Yazın şehrimizi süsleyen simgelerden, ayaktaşıyla sek sek oynayan çocuk heykellerinden teki bir düşkünün sadistçe arzularıyla yıkılmıştı. Daha önce çemberi çalınan yontunun ağladığını düşünerek üzülmüştüm. Heykelcikleri zemine monte ettikleri halde bir yolunu bulup söküp götürüyorlar. Hırsızlık hastalıktır, hiç çalamazsa bir cebinden alıp öteki cebine aktarır. Bir de kleptomanlar var. Tıptaki adı: Kleptomani: gereksinimi olmamasına karşın, başkalarının eşyalarını çalma hastalığıdır. Şu an aklıma geliverenlerden: emek hırsızlığı, zaman hırsızlığı, edebi hırsızlık, gönül hırsızlığı gibi çeşitlerini çoğaltabiliriz.

                Bu bağlamda aşağıdaki harikulade yazıyı günümüz koşullarıyla örtüştüğünden paylaşma gerekliliği duydum.      

              “Bir kasabada her gün hava kararınca, insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini yanlarına alır, komşularının evlerini soymaya giderlermiş. Fakat gün doğarken geri döndükleri her seferinde kendi evlerini de soyulmuş durumda bulurlarmış ama ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalarmış. Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış. Geceleri, diğerleri gibi çantasını fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş bu adam. Hırsızlar da onun evinin önüne geldiklerinde içeride ışık yandığını görünce döner giderlermiş. Fakat bu durum böyle bir süre devam edince, ahali ona kızmaya başlamış:

            “Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok” demişler. Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Her gece, hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş. Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş. Sonuçta bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek içecek hiçbir şeyi kalmamış ve memleketini terk etmek zorunda kalmış. Kasabada hırsızlıkta ustalaşıp giderek zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar. Zamanla, zengin fakir ayrımı çoğalmış.  Zenginler mallarını korumak için bekçiler tutmuşlar, hapishaneler kurmuşlar. Kendi mallarının çalınmasını da yasadışı ilan etmişler! Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş! Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da oraları terk edip gitmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacakları kimse kalmadığından servetlerini yavaş yavaş yitirmeye başlamışlar. Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için oraları ilk terk eden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Sora sora nerede yaşadığını öğrenmişler.  Evine gittiklerinde kapıda yazılı bir kâğıt görmüşler.  Indra Ghandi’ye ait şu sözler yazıyormuş:

             “Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç olmuş demektir...”  

Yayın Tarihi
22.01.2016
Bu makale 1845 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!