MELTEM ESİNTİSİ

Buram Buram Tarih Kokan Kaleiçi

Antalya, Anadolu’nun Güneybatısında dünyalar güzeli bir kentin adı. Yüzünü Akdeniz’e dönmüş, sırtını Toros’lara, başı karlı Bey Dağları’na yaslamış gözalıcı güzellikte bir kent.

Tanrının överek, övünerek yarattığı, boş vaktinde özene bezene biçimlendirdiği, süsleyip bezediği bir kent. Kral Attalos’a “dünya cenneti”, Mustafa Kemal’e “şüphesiz ki Antalya dünyanın en güzel yeridir.”dedirten bir güzel vatan parçası. Benzersiz.    

Binlerce yıllık tarihe sahip bu kentin merkezinde 40 metrelik falezlerden eski limana doğru, kimi yerlerde sert yükseltilerle uçurum vari, kimi yerlerde yumuşak bir inişle kıvrıla büküle, kimi yerlerde de antik dönemden kalma kırk merdivenle denize inen bir çekirdek semt vardır tam da şehrin göbeğinde. “Kaleiçi”dir bu semtin adı.

Kaleiçi, bir nostaljinin, bir geçmişe özlemin mekanıdır. Ahşap evleri, dar sokakları, sokak lambaları, kuyuları, çeşmeleri, bahçeleri, avluları, usta elinden çıkmış ahşap giriş kapıları ve kapı kolları, tavan süslemeleri, pencereler, pencere pervazları, geçen zamana inat, yılların yıpranmışlığına karşın, hala büyük bir cazibe merkezi bölgeyi gezip görenler için. Albenisi hiç bitmeyen, yıllanmış şarap tadında, giderek daha da değerlenen bir güzellik. Eski zamana, geçmişe yolculuktur Kaleiçi, Bir eski zaman filminin doğal platosu. Her dem çekime hazır. 

Sokaklar, evler, dükkanlar, kiliseler, camiler, sinagoglar bugün suskun, ama konuşmak için soru sorulmasını bekler, sırasını bekler gibidir her biri. Hepsinin kendine özgü ne hikayeleri vardır kimbilir? Kimine bir dokun, bin ah dinle. Kimisini sustur susturabilirsen. Anlatır başına gelenleri birbiri ardına. Yaşam öykülerinin ardı arkası gelmez. Ne düğünlere, ne törenlere, ne bayramlara, ne savaşlara ve komşu kavgalarına tanık olmuştur. Ne ölümler ne doğumlar görmüştür, Kaleiçi!

Şehrin merkezi, gerçekten çekirdeğidir Kaleiçi. Antalya şehri Bergama kralı İkinci Attalos tarafından kurulduğu günden bugüne geçen ikibin yılı geçkin zaman içinde yorgun, ama görmüş geçirmiş bir Anadolu ermişi edası ile yaşam savaşı verir. Geçmişe inat, betona, çarpık kentleşmeye inat bir yaşam savaşıdır bu. Zaman zaman yitirir bu savaşı, yitirir görünür. Kendi içine kapanır, kabuğuna çekilir ve geçmişin anıları ile bir büyük hüznü yaşar. Kendini bir biçimde korumaya alır. Sanki kabuklarının altına gizlenir. Bir kurtarıcı bekler.  

Zaman zaman aklı başında sorumluluk duygusu gelişmiş yerel sorumluların elinde yeniden canlanır. Budanır, bahar mevsiminin gelmesi ile suyun yürümesini bekleyen bir büyük çınar ağacı gibi yaprağa durmak için mevsimini bekler ve bütün haşmeti ile zamana kafa tutmaya kaldığı yerden devam eder. Gün olur, yaşam fışkırır. Beklentilerin aksine gün güneş altında çiçeğe durur. Sulanır bahçelerdeki fidanlar arıklardan akan sularla, boy üstüne boy verir.  

 

Bahçelerine insan eli değmiştir. Değme çiçek, değme ağaç çeşidini bu bire bin veren iklimin cömert vericiliği içinde görmek, elle tutmak, kokusunu yüreğinde duymak ve o zamanları yeniden yaşamak  hissini  verir insana. Bir yanda ağaçtan kendi ellerinizle kopardığınız hormonsuz portakalı büyük bir zevkle yerken, içinizin hararetini bahçedeki kuyudan kendi ellerinizle çektiğiniz serin suyu kana kana içerek giderebilirsiniz. İsterseniz, bahçe duvarının kenarına dikilip bütün orta avluyu kaplayan asmadan aldığınız bir salkım mor üzümü kütür kütür yersiniz. İştahınız artar birden, gerisi var mı dersiniz. İsterseniz kapı önüne oturup gelip geçeni seyreden ve kendi aralarında sohbet eden eden Kaleiçi ihtiyarlarına kulak verirsiniz. Onların ağızlarından çıkan her söz, bir bilgece sözdür. Herbiri akıl süzgecinden geçmiş, her biri bir hayat dersi veren ve damıtılmış sözlerdir bunlar. Yaşamın özünü anlatır her biri. Ne bir kelime  eksik, ne bir kelime fazla. Tam kıvamında söylenmiş. Yıllarca özümsenmiş. 

Bahçeleri sulamak için yol kenarlarına açılmış arıklar şimdilerde susuz ve kendi başınadırlar. Eşini dostunu yitirmiş, bir başına evsiz barksız kalmış bir insan yalnızlığı içindedirler. Halbuki zamanında Düden şelalesinden yedi arıklara bölünüp sokak sokak, ev ev, bahçe bahçe gezip, evlere bahçelere bet bereket getirdikleri dönemlerin özlemi hiç bitmeden devam etmektedir içlerinde. Kaleiçi arıkları yine eskisi gibi içlerinden tertemiz suların akacağı günleri görmek arzusu içindedirler.

Kaleiçi, geçmişin güzel günlerine, sıcak günlerine, arıklardan akan suların serinliklerine dönmek istemektedir. Siz buna umut deyin, beklenti deyin, özlem deyin. Suya hasret deyin. Ne derseniz deyin. Bir semtin onulmaz  özlemi bu.  

Bahçeler arıklardan akan sulanacak, sokaklar o sularla yıkanacak, çıkan yangınlar onlarla söndürülecek, hayvanlar onlarla serinleyecek, çamaşır bulaşık onlarla yıkanacak, temizlik imandan gelecektir. Sokaklardaki arıklar suyu, su Kaleiçi sokaklarını özlemiştir. Birbirine kavuşmayı bekleyen iki sevgili gibidir Kaleiçi arıkları ve su.

Geçen zamanla birlikte Kaleiçi sokaklarının sakinleri değişmiş, evlerin sahipleri ve kiracıları değişmiş, doğanlar olmuş, ölenler olmuş, ama kentin kuralları yaşam biçimi eskisi gibi devam etmiştir. Yozlaşmaya, bozulmaya rağmen. Çarpık yapılaşmadan Antalya da nasibini almıştır, onun özü olan Kaleiçi’de.

Paylaşma, eksiğini komşudan tamamlama duygusu, yerini geçen zamanla birlikte bencilliğe ve bireyselliğe bırakmış, herkesin kendi yağı ile kavrulmasına ve insanların yardımlaşarak değil, kendi sorunlarını kendi başlarına çözmek zorunda kalması gerçeğini beraberinde getirmiştir. Bu durum neler götürmüştür, çekirdek kent Kaleiçi’nden?

İnsanlar yalnızlaşmış, aileler küçülmüş, akrabalar arası ilişkiler azalmış, herkes kendi başının çaresine bakar hale gelmiştir. Kaleiçi terk edilmiş, gürültüye teslim edilmiştir. 

Kaleiçi evlerinde yaşayan insanlar, ne büyük sevgilere, ne güzel sohbetlere, ne gelin kaynana kavgalarına şahit olmuştur. Bugün, bunları bilemeyiz, ama bu sahnelerin yaşamın bir parçası olarak yaşandıkları bir gerçek. Kaleiçi, kendisi bir gerçek. Hayatın gerçeği. Acısıyla, tatlısıyla. 

Bilgisizlik, deneyimsizlik, plansız yapılaşma, ilgisizlik, özensizlik, denetimsizlik ve cehalet, her gün bir tuğlanın daha düşmesine, bir kiremitin daha rüzgardan uçmasına, bir eski evin daha yakılıp içinde barındırdığı her türlü nostalji ile birlikte yok edilmesine neden olmuştur. 

Türkiye’de ya da Antalya’da bir başka Kaleiçi daha var mı ki, herkes el birliği etmişcesine hovardaca bu güzellikleri, bu tarihi yok etmek için birbiri ile yarış ediyor? Orada yaşayan halk sahip çıkmazsa, bölgedeki işyerleri, bu güzelliği sömürmekten başka bir şey düşünmezse, Antalyalılar gerekli duyarlılığı göstermezse, vatandaşlık, kentlilik bilinci içinde olmazlarsa, belediyeler koruyup kollamazsa, kimin yakınmaya hakkı olabilir ki?

Biraz daha ilgi istiyoruz halktan ve yetkililerden. İş işten geçmeden. Antalya’nın yüzakı, geçmişe açılan penceresi Kaleiçi tamamiyle elden çıkmadan. Lütfen, yaşadığımız çevreye ve onun değerlerine sahip çıkalım. Restorasyonu düzgün yapalım. Lütfen Kaleiçi’ne sahip çıkalım. Başka Kaleiçi yok, bilelim.

 

Yayın Tarihi
11.06.2018
Bu makale 1177 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!