Basın Özgürlüğü?

         Değerli okuyucum; halkın doğru haber alma hakkı olmayan ülkede demokrasi var denemez.

         Ayrıca; sadece siyasi partilerin muhalefetine izin veren bir ülke demokratik yönetiliyor olamaz. Çünkü Sivil Toplum Kuruluşlarının muhalefet edemediği ülkede demokratik denetimin varlığı kabul edilemez. İktidarı sadece parlamento içindeki veya dışındaki siyasi partiler değil halkın örgütlendiği tüm kurumlar, dernekler, sendikalar, vakıflar, her çeşit baskı grupları da denetlemelidir. Demokrasinin özü budur.

         Türkiye’de ise bırakınız dernekleri koca holdingler bile korkudan titremektedir.

         Aydın Doğan’ın holdingindeki tüm yönetim görevlerinden ayrılması, Doğan Holding’in medya alanından çekilmeye başlaması iktidarın ağır baskılarının bir sonucudur.

         Geçenlerde yazmıştım ya, “biz bu filmi daha önce gördük” diye, bugünkü medya, basın, yayın üzerindeki baskıları da daha önce gördük:

         Yakın zaman önce kaybettiğimiz büyük gazetesi Cüneyt Arcayürek diyor ki “Basına büyük özgürlük vereceklerini muhalefet yıllarında vaat eden DP, iktidara geçtikten sonra basına karşı şiddetli önlemler almaya başladı. Her Perşembe Ankara Adliyesine gider, saatlerce birbiri ardına savcılığın açtığı davalarda savunmamızı yapardık. Çoğu perşembeler, adliye koridorları basının buluşma yeri haline gelirdi” (*)

         Şimdi farklı mı?

         Uzun Adam; “bunlar gazeteci değil, terörist… Teröristi yeniden tarif etmek gerekiyor. Tutukluluklarının hak ihlali olduğuna ilişkin karar veren Anayasa Mahkemesine ve kararına saygı duymuyorum” dedi. Nerde basın özgürlüğü, nerede yargı bağımsızlığı?

         Adnan Menderes dönemi de iktidar baskısı bakımından bugünkünün aynısıydı:

         “Bir işadamı için iktidarda olan partiyle ters düşmek, hele karşı politik kamplarda bulunmak ‘sayısız dertleri’ davet etmekti. Burhanettin Balkanoğlu, Erim’e babasının yaptığı bu dostluğun ceremesini ağır biçimde ödememek için, bir yandan da babasından kalan bir sözü çiğnememek tutkusuyla Menderes’in çeşitli baskılarına karşı durdu.

         İşadamıydı ya, Menderes tarafından çağırıldı, ‘Halkçı’nın yayımını durdurmak için Balkanoğlu üstü kapalı biçimde tehdit edildi. Ya da önüne daha çok kazanması için iktidarın elindeki kimi olanaklar uzatıldı.

         Burhanettin Balkanoğlu, genç yaşına karşın, iki seçeneği de tersledi. İktidar, 1950 ‘den sonra Balkanoğlu’nun önüne serdiği benzeri olanaklarla pek çok kişinin ‘satın alınması’nı sağlamıştı. Hiç umulmayan adlar, birden ‘satış listesi ’ne girivermişler, bir gün önce Menderes’e ağız dolusu sövenler, ertesi günü Menderes’in yanında olduklarını ya konuşmalarıyla, ya da davranışlarıyla ilan etmişlerdi.

         Balkanoğlu, Menderes’in baskılarına, kimi söz verişlerine, yeni maddi ufuklar açmayı garanti eden konuşmalarına kanmadı.

         Oysa, Menderes elinin bir hareketiyle Balkanoğlu’nun bütün işlerini allak bullak edecek, da da tersine yeni olanaklarla büyütecek güçteydi. Buna karşın, Balkanoğlu ‘baba sözü’nden caymıyor, iktidarın kendisiyle kurduğu ilişkileri kimseye açıklamıyor, susuyordu.

         İsteseydi, bir çırpıda beş katı zengin olabilirdi.

         Evrenin değişimiydi yazgısı. Bir de baktı ki bir gün, her çeşit baskıya karşın altından maddi desteğini çekmediği Erim, politika kazanında İnönü’den sonra, ‘ötekinin kepçesine’ takılmış, gidiyor.

         Burhanettin Balkanoğlu, elinde bir rotatifle, dizgi makineleriyle öyle kalakaldı. Uzun süre bu matbaayı işletmeye çalıştı, sonra bir müşteri bulup rotatifi, neredeyse hurda demir fiyatına sattıktan sonra, derin bir ‘ohhhh’ çekebildi…”(**)

         İktidar açısından basın üzerine yaptığı baskılarla sanki tarih tekerrür ediyor:

“Özal devrini hatırlayanlar vardır…

 Rahmetli, basına son derece kızdığı için, onu susturabilmek amacı ile çeşitli yollara başvurmuştu. Bu arada ekonomik yönden çökertmek için de “Muzır Yasası” adı altında akıl almaz cezalar içeren bir yasa da hazırlatmıştı…

         İşte o zamanlar, Özal’ın öfkesinden korkanlar adını vermemek için “portresini çizmek” yoluna gitmişler ve onu;    “Kısa boylu, gözlüklü, şişman adam” diye tanımlamışlardır…”(***)

         Şimdi “Uzun Adam” sözünün kullanılması tarihin tekerrürü değilse nedir?

 

(*)Yeni İktidar-Yeni Dönem 1951-5954

Cüneyt Arcayürek(Bilgi Yayınevi, 1983

1.Basım, Sayfa:275 Resim altı yazısı…

(**)AGE S:218-219)

(***)AKGÜN TEKİN, Gözcü gazetesi

E-mail: atekin@gozcugazetesi.cüm

Yayın Tarihi
14.04.2016
Bu makale 1102 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!