YAŞAMAK ZAMANI

Ayı Gibi Armut Yiyen Adam

Ayı Gibi Armut Yiyen Adam

 

            Bir manavın önünden geçerken sarı sarı armutlar görüp ağzınız sulansa, birkaç tanesini satın alıp cadde boyunca yersiniz; değil mi?

            Bu sırada, sizi işaret eden biri, yanındakine, “Adama bak, nasıl da ayı gibi armut yiyor.” dese bozulur, kızar, öfkelenirsiniz elbette.

            Ama her yerde ve her durumda, herkes sizin gibi yapmayabilir. Yani, kızıp öfkeleneceğine sevinebilir belki de.

            “Yok artık Hüseyin Erkan! Binde bir bile olmaz öylesi. Karşısındakinin bu kabalığına, böyle terbiyesizce sözlerine karşı tepkisiz olamaz kimse.” diyorsunuz; öyle mi?

            Doğrusu ya, ben de sizin gibi düşünürdüm; “Türkçe’nin Usta Yazarı Emin Özdemir” başlıklı yazıyı okuyuncaya kadar.

            Sözü fazla uzatmadan, bu yazıya göz atalım:

            “Sevgili öğretmenimiz Emin Özdemir, 1931’de Erzincan Kemaliye’de doğmuş; Pamukpınar Köy Enstitüsü’nden sonra Ankara Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiştir. (1)

            Hacettepe Üniversitesi Temel Bilimler Fakültesi Türkçe Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde bu görevini sürdürür.

            O’nu (Almanya’da) kurucusu olduğum Türk Öğretmenler Derneği’nin (NRW-TÖD) hafta sonu seminerine davet etmiştik. Öğretmenimiz, Türkçe’yi en güzel konuşan ve yazanlardan biriydi. Birçok ders kitabında O’nun emeği vardı. O’nun saatler süren söyleşisini ilgiyle dinledik.

            Emin Özdemir, altmışlı yıllarda (1960) Londra’ya gitmiş; aradan günler geçtiği halde bir Türk’le karşılaşıp Türkçe konuşamadığı için iyice bunalmış. Sözü O’na bırakalım şimdi:

            “Bu koca şehirde kendimi yapayalnız hissediyordum. Konuşacak bir Türk bile yoktu. Londra sokaklarında avare dolaşıyordum. Bir gün manavdan bir kese kâğıdı dolusu armut aldım. Armudu ısıra ısıra giderken, bankta oturan bir kişi, yanındakini dürterek, ‘Adama bak, nasıl da ayı gibi armut yiyor!’ dedi.

            Onun bu sözünü duyunca ne kadar sevindiğini anlatamam. Nihayet Türkçe konuşacak birileriyle karşılaşmıştım. Hemen yanlarına gittim:

            ‘Gel hemşerim, size de vereyim.’ dedim.”

                                              

                                                           *  *  *

            Yaaa!..

            Öyle bir ortamda, böyle bir hakarete bile nasıl sevindirebiliyormuş insan, değil mi?

            Emin Özdemir’in yerinde olsak, biz de en az O’nun kadar sevinmez miydik?

            Ben aradan çıkayım da, o yazının sahibi Bahattin Gemici’yi dinleyin siz en iyisi:

            “Öğretmenimizin bu anısı bizi hem güldürdü hem de düşündürdü. Dilimiz bizim vatanımızdı. Dağlarca’nın söylediği gibi, “Türkçe bizim “Ses bayrağımız”dı. Biz burada (Almanya’da) sokağa çıktığımızda Almanca, İtalyanca, Yunanca, Rusça, Arapça, İspanyolca, Çince ve daha başka adını bilmediğimiz çeşitli dilleri duyuyorduk. Herkesin dili kendince güzeldi.

            Emin Özdemir, dil çalışmalarına büyük önem verir, yeni sözcükler üretirdi: Seçenek, yerel, sözel, övüntü, düşlem gibi sözcükleri dilimize kazandırmış; insanlarımıza Türkçe’yi sevdirmiş ve dil bilincinin gelişmesine katkı sağlamıştı.

            1 Eylül 2017’de yaşamını yitiren sevgili Emin Özdemir öğretmenimizi saygı, sevgi ve özlemle anıyoruz.” (2)

            1960’lı yıllarda, Cumhuriyet’in 2. Sayfasında sık sık makalelerini okuduğum bir bilim insanımız vardı: Doç. Dr. Osman Nuri Koçtürk… Dinsel gerekçelerle domuz eti yemememizin, insanlarımızın ve ülkemizin büyük zararına olduğunu anlatırdı; nedenleriyle birlikte. Tarhananın yararlarından da söz ettiği için sık sık, “Tarhana Osman” lakabını takmışlardı.

            Ezber bozan bu tür yazılarından dolayı, profesörlüğe yükseltmeyerek ödüllendirmiştik O’nu. Ne iyi yapmışız; değil mi!?

            1959’da Almanya’ya işçi olarak giden Kemaliyeli Esat Yavuztürk’e de, İstanbul/Sirkeci Garı’nda trene binmeden önce, uzun sakallı amcası:

            “Aman yeğenim iki şeye dikkat etmeni isterim senden:

            1) Domuz eti yeme sakın. 2) Alman kızları ve kadınlarına da yaklaşma” diye öğüt verir.

            Yıllarca bu iki öğüde sadık kalan yazar Yavuztürk, Umut Peşinde (3) adlı eserinde, çalıştığı fabrikalarda verilen etli yemeklerin hiçbirini, aç kalma pahasına “Domuz etidir mutlaka. Dinden çıkarım sonra.” diye yemediği gibi, hiçbir Alman kızına da pas vermez.

            Neden sonra anlar; yanlış yaptığını ama geçen yıllar geri gelmez bir daha.        

            Almanya’da 1970’li yıllarda, çok değişik işlerde kaçak işçi olarak çalıştıktan sonra, 36 yıl öğretmenlik yapan ve 12. eseri Umutların Peşinde adıyla yayımlanan Bahattin Gemici, “Gazeteci Mustafa Ekmekçi”yi de anlatır bu kitabında.

            Ekmekçi, Cumhuriyet gazetesinin Ankara temsilcisi yiğit bir yazardı. Hasanoğlan Öğretmen Okulu’nda çalıştığım yıllarda Fakir Baykurt, Talip Apaydın,Köylü Ressam” adıyla ünlü İbrahim Balaban’la olduğu gibi, Mustafa Ekmekçi’yle de aynı okulda birlikte çalıştığım, Aksu’dan öğretmenim Musa Okay (4) sayesinde tanışmıştım. Sevdiğim ve saygı duyduğum bir gazeteciydi O.

            Gelelim şimdi, Bahattin Gemici’nin Mustafa Ekmekçi’den duyup aktardığına:

            “Erzurum’da bir adam cami hocasına gitmiş: ‘Hocam bana iki altın borç ver. Bir iş kuracağım. Gelecek yıl faiziyle öderim.’ demiş. Hoca, ‘Faiz haram… Sen işini gör.’ deyip iki altın vermiş. Adam bir yıl sonra, ‘Hocam, bu iki altın, sana olan borcum. Bir altın da benden… Gerisi de var.’ demiş. Adam bir yıl sonra üç, sonraki yıl beş altın verince, hoca dayanamamış:

            ‘Anlaşılan iyi bir iş kurmuşsun. Bu kadar altını nasıl kazandın?’ diye sormuş.

            ‘Hocam, söyleyeceğim ama kızma… Verdiğin iki altınla bir çift domuz aldım. Bunlar yavruladı. On, yirmi, otuz derken, şimdi 500 domuzdan oluşan bir sürüm var. Bunları turistlerin gittiği lokantalara satıyorum. Altınlar da oradan.’ deyince hoca:

            ‘Hay mübarek hayvan hay!’ demiş.”

 

                                               *  *  *

            Soruyorum şimdi:

             Var mı benimle domuz çiftliği kuracak, iki altını olan yiğit bir girişimci?

            Mesleği önemli değil canım! Hacı da olabilir, hoca da…

           

--------

(1) Ankara Gazi Üniversitesi, 1980’lere kadar “Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü” idi

(2) Umutların Peşinde: Bahattin Gemici, Ürün Yayınları, 2021 Ankara, 264 sayfa, urunyayinlari@gmail.com, BGemici@aol.com

(3) Umut Peşinde: H. Esat Yavuztürk  Not: Bu anı-roman, daha sonra geliştirilmiş olarak “Sudaki Halkalar” adıyla yayımlandı. Dorlion Yayınları 2019, esat.yavuzturk@gmail.com

(4) 1966’da beni Kars’ın Arpaçay ilçesine atayıp ödüllendirirlerken, “Bu genci yetiştiren sensin demek ki” deyip değerli öğretmenim Musa Okay’ı da Malatya’ya göndererek ödüllendirmişlerdi.

Yayın Tarihi
06.08.2021
Bu makale 726 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!