Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi

                 Antalya Kamu Hastaneleri Birliği, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu’nun il düzeyindeki yönetim teşkilatı olup, ildeki tüm hastanelerin yönetiminden sorumludur. Kentimizde 2012 de faaliyete başlamıştır. Kamu Hastaneleri Birliği hastanelere gidenlerin randevu kayıtlarına ulaşıp, zırt pırt telefon açarak istatistik yapar, fevkaladedir bu işleyiş. Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi de buna benzer “istatistikî memnuniyet mekanizmasını” bir şekilde hayata geçirmeli artık.

 

                Bir ayağı Tıpta olan, özellikle kırsal kesimdeki vatandaş yakınıyor:  “Sağ giren ölü çıkıyor.”  Peki defalarca ayrı ayrı ağızlardan işittiğim bu söylem yalnızca rastlantı mı, ilgisizlik mi yoksa vade mi-ecel mi?

                Bütün anneler beyazdır.

                Bazen evin dağınıklığına öfkelenen annem argo deyimle: “bu eve kız giren dul çıkar” derdi. İşte rahmetli anacığım Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine “sağ girdi ölü çıktı”

                Hasta takibini tamamen öğrencilerin, hemşirelerin ve refakatçilerin eline bırakmış bir sağlık kurumundan söz ediyorum. Hafta sonları “incin top oynuyor” derler ya aynen öylesi. Ne hasta tedavisi için ilaç geliyor ne de doğru düzgün personel var! Ara ki bulasın. Doktor yazacak, eczane açılacak ondan sonra ilaç gelecek, yani iki gün sonra.  Zenginin gönlü olasıya yoksulun canı çıkarmış veya tok açın halinden anlamazmış.

                Bu duymazlık nedendir acaba? Muhakkak ki sebebi var, lakin araştırmaya değmez inanın, tümden bitmiş artık! Refakatçi yatağı parçalanmış vinleks koltukumsu sandalye benzeri bir şey. Madem refakatçiye topu attınız o zaman onun rahatını da sağlayacaksınız ki hastasına bakabilsin. Hadi onu da teferruat deyip geçelim.

                Gün gün, saat saat, dakika dakika dökerim ortalığa her şeyi; onlarca refakatçi aynı durumdan şikâyetçiydi, çünkü çaresizdiler.

                Hastane mi yoksa askeriye mi?

                Hocaların yanına çıkmak mı ne mümkün, asker gibi hizaya geçiriyor idari sorumlular, “hazır ol!“ Koridorun sonuna, çıkın dışarı!” Öğrenciler ne yazıp çizdiyse o aktarılıyor! Oysa öğrenciler sadece tıbbı bilgileri-bulguları anlatabilirler ancak, oysa birebir yaşayan hasta yakınıdır. Hastayla hekim arasına örülen bu duvar niye?

                Hasta esir ya da kobay değildir!

                İdrarı-ifrazatı-gaitayı alan, serumu çıkartan refakatçi bir tek kan almıyor, alsalar onu da yükleyecekler omuzlarına. Gerçi onu da beceremiyorlar delik deşik ediyorlar vallahi. Tek seferde mümkün değil, üç beş kez dürtükleyecekler. Acemi nalbant gâvur eşeğinde öğrenirmiş nal çakmayı. Aynen. E-ee can onların değil elbette ki. Hastanın yatış pozisyonunu değiştirmek için yalvar yakar eleman bulmaya çabalıyor refakatçiler. Yok yok  yok, ne var Allahaşkına söyleyin de bilelim!

                Kantinci de kazansın değil mi ya?

                Böbrek küveti-hasta tuvalet sürgüsü- bez-kâğıt-su-çay-kahve-bardak çanak çömlek! Hangisini sayayım ki!

                Üç günde gitti anacım. Aklı başındaydı bilinçliydi hepimizle konuşuyordu, hal hatır soruyor, cumhuriyetten, oy atacağından söz ediyordu. Hatta talebim üstüne pazartesi günü nöroloji uzmanını geldi. Gösterdiği tüm hareketleri aksatmadan yaptığı gibi sıkıldı: “bana cumhuriyetten, soyadı kanunundan, harf devriminden sor, bunlar çocuk oyuncağı“dedi.

                Sadece sodyum düşüklüğünden başka hiçbir rahatsızlığı olmayan annemin ölüm raporunda “kalp yetmezliği” yazıyor, ki kalp hastalığı yoktu, tıkır tıkır çalışıyordu. Kardiyoloji uzmanları: “altmış yaşındaki kişinin kalbi gibi” benzetmesi yapıyorlardı hala.

                Karın davul gibi şişti, gaz sancısı çekiyor, sürekli kusuyor, dışarı çıkamıyor. Çırpınıyoruz, koşuşturuyoruz ama hafta sonu! Doktor yazacak da ilaç pazartesiye gelecek lütfen. Yazık, hem de yüz bin kere! Binlerce hasta adına çok yazık!

                İkinci gün gece 95 değerde olması gereken oksijen 70 düştü aniden, dikkatli olmasam çoktan mevtaydı anacım. Hemşireyi çağırdım, yaklaşık yirmi dakika sonrası gelebildi. “Aman hastadan gözünüzü ayırmayın!”deyip çıkıp gitti.

                Diploma, sadece yapılan işin ruhsatıdır, oysa insanlığın okulu yoktur!

                Ayrıca konuşmamaya yeminliler. Sanırsınız adeta (FBI) dan ajanlar. “Hastanızın seyri şudur” filan diyen de olmuyor. Çünkü Hoca gelecek, evet hoca geldi mezarlıkta!

                Uzun sözün kısası üçüncü gün: Uyudu ve bir daha uyanmadı. Gerçi uyanıp da ne yapacaktı, anacığım da sağlık çalışanıydı, ebeydi, hem de okullu, cumhuriyet ebelerinden.

                33 yılını hastane koridorlarında uykusuz geçiren anacığım, böylesi kayıtsızlığı-ilgisizliği görünce çoktan ölürdü zaten! Acım, zaman geçtikçe hafifleyeceğine artıyor. Uzaklaşacağına yakınlaşıyor ve tüm yanlışları şimdi sorgulayacak güç- dinginliği kendimde buluyorum ve tüm insanlık adına sorumsuzlukları içime sindiremiyorum. Aslında annemin ölüm nedenini bilmiyorum, rapora yazılanlar beni tatmin etmedi, sadece “takdir Allah’ındır” deyip O’na sığınıyorum, hepsi bu!

                Morga götürülürken yalnız bırakmadım anacığımı, yıkanırken de, saçlarını okşadım, yüzünden ellerinden, gözlerinden defalarca öptüm, bildiğim tüm duaları okudum, Yüce Yaratan’dan onu affetmesini istedim; kar beyazıydı, pamuk gibiydi, bütün anneler beyazdır zaten.

Yayın Tarihi
30.03.2015
Bu makale 3500 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
NE GÜZEL TATLI BİR SİTEMDİR BU YAZI ! EVET ARTIK HASTANELER KAZANÇ KAPISI OLMAKTAN ÇIKARTILMALIDIR. YOKSA ÇOK GEÇ OLACAK....

EŞREF BULUT 01.04.2015

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!