1. Giriş
a. Değerli dostlarım ve yüreği insan sevgisi odaklı, Atatürk sevdalısı yurtsever kardeşlerim hepinize selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Bugün sizlere 90 yıl önce yaşanan Yüce önder Atatürk ‘ün devrimlerine karşı yapılan ayaklanmalardan 23 Aralık 1930 yılında yaşanan Menemen isyanı ve Kubilay olayı olarak tarih kayıtlarına geçen gerici ayaklanma hakkında bilgi vermek ve günümüzde bu bağlamda ülkemizde yaşanan olaylarla birlikte değerlendirilmesini yapmak istiyorum. Kubilay olayı, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin 1925’teki Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra tanık olduğu önemli olaylardan biridir. Aslında bu olayların işgalci emperyalist devletlerin yüce önder Atatürk’ün önderliğindeki Sevr anlaşmasını yırtarak, Lozan’da bağımsızlığını kazanmasını hazmedemeyen ve buradaki emellerine tekrar ulaşmak için din kisvesi altında Türkiye’ye karşı yönelik irticai tehditlerin bir uygulama yöntemi olarak kullanıldığını değerlendiriyorum.
b. Türkiye Cumhuriyeti artık Atatürk devrimleri ve yaptığı reformlarla bulunduğu konum nedeniyle, bölgesinde jeopolitik ve jeostratejik yönden çok önemli bir güç olmuştu. Ülkemize karşı emperyalist emelleri olan bu ülkeler Türkiye’nin bu bölgede güdülebilir ve kontrol edilebilir bir düzeyde olmasını istiyorlardı. Artık ülkemiz Çağdaş uygarlık seviyesine çıkmak için büyük mesafe almıştı. Atatürk’ün ölümü ile birlikte bu düşmanca emellerine ulaşmak için çalışmaya başladılar. Bu bağlamda yapılan en güzel yöntem Türkiye’nin siyaset, askeri, ekonomik ve bürokratik alanlardaki söz sahibi kişileri kendilerine yandaş yapıp kullanmaya başladılar. Ayrıca İslam ülkelerinin ilerlemesinde en önemli ilkelerden biri olan “ Laiklik “ ilkesine karşı irticai oluşumları özellikle siyasal İslamcı tarikat ve cemaatleri desteklediler. Bu konuda en güzel örnek 70’li yıllarda ABD.’nin başkanı olan Richard Nikson’un şu sözleri çok düşündürücüdür. “ Müslüman ülkelerde demokrasi ve laiklik olmasına izin veremeyiz. Eğitim sisteminin ve ülke idaresinin din temelleri üzerine kurulması gerekiyor. Başlarındaki çobanı ele geçirince, ülkeyi biz yönetiriz. Bu doğrultuda tedbirler almak zorundayız“ . Bir başka ABD yetkilisi olan ve 1927-1932 yılları arasında Ankara’da Büyükelçi olarak görev yapan Joseph Grew ise “ Atatürk liderliğindeki genç Türkiye Cumhuriyeti, bilimsel yolda almış olduğu ivme ile her alanda çok fazla gelişme göstermektedir ki, bu bizim Ortadoğu’da ileriki yıllarda çok pasif kalmamızı, Türkiye Cumhuriyetinin de bölgede çok güçlü bir şekilde söz sahibi olacağının göstergesidir. Türkler üstün kabiliyette bir millet, ancak yolları işlam ile kesilebilir. Bu kanaat bende ziyadesi ile oluştu. Bu milleti ne kadar karanlığa itersek bölgedeki çıkarlarımıza o kadar hizmet etmiş oluruz. Ancak bu yolla Türklerin önü kesilebilir ve biliyorsunuz ki yakın tarih bunun örnekleri ile doludur. “ Artık başka söze gerek var mı? Bugün yaşananları çok güzel anlatıyor. Ülkemizde bu dış güçlerin ajanları hiç çekinmeden bu sinsi emellerini gerçekleştirmek için faaliyetlerine devam ediyorlar.
c. Bunun yanında kendilerine uşaklık etmeyen Atatürk sevdalısı ve bu tehlikeleri gören duyarlı aydınlarımız ise vahşice katledilmektedir. En acısı ise ülkemizde alevi-sünni, Türk-Kürt, başı açık- türbanlı ve laik-anti laik vb. gibi yapay, ancak birlik ve beraberliğimizi yani milli gücümüzü yıpratan olaylar yaratılmaktadır. Atatürk devrimlerinin savunusu olan Necip Hablemitoğlu , Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Turan Dursun, Muammer Aksoy ve bunun gibi onlarca demokrasi şehitlerimizin anma etkinlikleri gerçekleştiriliyor. Ancak halkımız bu şehitlerimizin akıbetini sorgulayacak şekilde devlet kurumundan hesabını soramamaktadırlar. Değerlerimizin yok edilmesine engel olucu şekilde tepki göstermezler. Umarım bu halk kitle halinde ve milyonlarca yurtseverin katılımıyla bu değerlerimize sahip çıkar ve onları korurlar. Aynı zamanda Yüce önder Atatürk’ün düşünce ve devrimlerine sahip çıkarlar. Şimdiki devlet ve siyaset adamları, Atatürk’ün Kubilay olayında olduğu gibi hesabını sormuyorlar. Biz Atatürk Sevdalısı ve Cumhuriyetimizin bekası için yemin etmiş tüm insanlar, partiler, dernekler, sendikalar ve diğer sivil toplum örgütleri neden bu değerlerimizin katledilişinin sorumluları hakkında takipçisi olmaz ve bu olayları kabullenirler. Ne yazık ki hamasi söylemler sadece söylendiği anla kalıyor. Sormadıkları gibi karanlık güçlerin etkisiyle olayları örtbas ediyorlar.
2. Menemen’de meydana gelen gerici ayaklanmalar ve Yedek Subay Kubilay’ın şehit edilmesi konusundaki yaşanan gelişmeler.
a. Özellikle bu akşam izlemelerimde Menemen’de meydana gelen gerici ayaklanmalar ve Yedek Subay Kubilay’ın şehit edilmesinin 90’ncı yıl dönümü nedeniyle birçok yandaş TV kanallarında hiç söz edilmedi ve Atatürk’ümüzü dilinden düşürmeyen basın ve medyada ise çok kısa bilgilerle geçiştirildi. Bu üzücü durum duyarlı yurtsever yurttaşlarımızı derinden yaralamaktadır. Bundan 30 yıl önce TV.larda açık oturumlar yapılır ve derinliğine bu konular ayrıntılığı bir şekilde tartışılırdı.
b. Öncelikle bu olayın gelişimi hakkında bilgi vermemizde yarar var. Dördü silahlı, sarıklı cüppeli altı kişi olan müritler Manisa'dan Menemen'e gelmişlerdi. Sarıklı ve cübbeli bu kişilerin, Şeyh Esat ‘ın Manisa’daki Nakşibendî tarikatını yaymakla görevlendirdiği Laz İbrahim tarafından yönlendirildiği iddia edilir. 23 Aralık 1930 günü sabah namazı kılan ahaliyi “din elden gidiyor, imanımızı kurtarmaya geldik, ne duruyorsunuz” diye kışkırttılar. Minareye çıkıp havaya ateş açtılar, galeyana getirdiler, cahili cühelayı peşlerine takıp, yeşil bayrakla hükümet konağına yürüdüler. Halkın katılımıyla isyancı grup büyüdü. İlk eylemciler arasında Giritli Derviş Mehmet, Şamlı Mehmet, Sütçü Mehmet Emin , Nalıncı Hasan ve Küçük Hasan isimli kişiler vardı . Derviş Mehmet cemaate kendini Mehdi olarak tanıttı ve dini korumaya geldiklerini söyledi. Kendilerine katılmayanlara tehditler savuruyorlardı, arkalarında 70 bin kişilik halife ordusu olduğunu, öğle saatine kadar yeşil bayrak altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söylüyorlardı. Eylemciler Hükümet meydanında meydana diktikleri ve şeriat sancağı olarak adlandırdıkları yeşil bayrağın çevresinde dönmeye ve zikir çekmeye başladılar. “ Şapka giyen kâfirdir. Yakında yine şeriata dönülecektir. “ diye isyan hareketi başlattılar. Eyleme katılan vatandaşların bir kısmının Halife ordusunun geleceği endişesiyle boyun eğdikleri iddia edilir.
c. Olayların ilçedeki askeri birlikte duyulması üzerine alay komutanı, yedek subay Kubilay’ı bir manga askerle birlikte olay yerine gönderdi. Kubilay askerlerin yanından ayrılarak tek başına eylemcilerin arasına girdi ve teslim olmaya ikna etmeye çalıştı. Karşılarına dikilen Kubilay'ı tabancayla yaraladılar. Bunu gören askerler ateşle karşılık verdiler. Ancak tüfeklerinde öldürücü etkisi olmayan manevra fişekleri vardı. Elebaşlarından Derviş Mehmet “ Bana kurşun işlemiyor.” diyerek halkı kutsal bir vazifesi olduğuna ikna etmeye çalıştı. Cami avlusunda yere yatırdılar, testere ağızlı bağ bıçağıyla kafasını kestiler. Saçlarından tutarak taşa vurdular. Sırığın ucuna takıp dolaştırdılar, “Cumhuriyet bitmiştir, işte kâfirlerin sonu” diye haykırdılar, sevinç çığlıkları attılar. Olay yerine gelen Bekçi Hasan ateş edip gruptan birini yaraladı, ancak açılan ateş sonucunda o da öldü. Arkadaşının yardımına koşan Bekçi Şevki de açılan ateş sonucu öldü. Olay yerine gelen takviye birliklerin “ Teslim Ol “ çağrısına uymayan eylemciler ile askerler arasında çatışma çıktı. Göstericilerden Derviş Mehmet de dâhil bazıları öldü. Kaçmaya çalışan elebaşları ve eylemcilerin hepsi tutuklandı.
d. Olaydan dört gün sonra, 27 Aralık 1930 günü Dolmabahçe Sarayı’nda Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığında bu konuda bir toplantı yapıldı. 28 Aralık 1930’da orduya gönderdiği baş sağlığı telgrafında “ mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tasvipkar bulunmalarının bütün cumhuriyetçi ve vatanseverler için utanılacak bir hadise “ olduğunu belirtti.
e. 31 Aralık günü Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir’in merkez ilçelerinde 1 Ocak 1931’den itibaren bir ay süre ile Fahrettin Altay komutasında sıkıyönetim ilan edildi ve 1’nci Kolordu Komutan Vekili General Mustafa Muğlalı başkanlığında bir Divanı Harp kuruldu. 07 Ocak 1931’de bu kez İzmir’de yine Mustafa Kemal Paşa Başkanlığında ikinci bir toplantı yapıldı. Olaya doğrudan ve dolaylı katılan 105 sanık; anayasayı cebren tağyir, eyleme iştirak ve azmettirme; Derviş Mehmet’in mehdilik iddiasıyla harekete geçtiğini bildikleri halde zamanında hükümete haber vermeme veya tekkelerin reddinden sonra tarikat ayini icra ettikleri suçlamalarıyla 15 Ocak 1931’den itibaren Divanı Harp’te yargılanmaya başlandı.
f. 24 Ocak 1931 günü iddianame okundu ve 29 Ocak'ta mahkeme 36 (ölmüş olan bir sanık ile birlikte 37) kişinin idama mahkûm edilmesine, 40 kişinin sorumsuzluğu nedeniyle salıverilmesine, 27 sanığın beraatına, 41 kişiye çeşitli hapis cezaları verilmesine hükmetti ve karar Meclis’in onayına sunuldu. İdam hükümlülerinin altısı küçük yaşta olduğundan cezaları ağır hapse çevrildi. TBMM Adalet Divanı ayrıca iki idamlığın cezasını iki yıl hapse çevirdi. Diğer 28 idam mahkûmu, 3 Şubat 1931 gecesi Menemen'de idam edildi. Bazıları Kubilay'ın başının kesildiği yerde asıldı. Mahkûmlardan biri idam sehpasının önünden kaçtı. İki hafta sonra yakalandı ve ertesi gün idam edildi.26 Aralık 1934 tarihinde Menemen'de iki bekçi ve Kubilay için anıt dikildi. Anıtın üzerinde şöyle yazar: "İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz." Sıkıyönetim, 28 Şubat 1931’de Manisa ve Balıkesir’den, 8 Mart 1931'de de Menemen’den kaldırıldı.
g. İsmet İnönü konuya ilişkin bir söyleminde, “ Kubilay devrim uğruna, vatan sevgisi ve bütünlüğü yolunda yalnız başına, kuvvet hesabı yapmayan bir idealist vatanseverlik örneğidir. Kubilay, millet yolunda canını her an fedaya hazır olan geleneksel Türk yaradılışının müstesna abidesidir. “ demiştir. Siyasi bağlamda Kubilay Olayı, 1930'da Ali Fethi Okyar tarafından Mustafa Kemal Paşa'nın tavsiyesiyle kurulmuş olan ve Menemen Olayı'ndan hemen önce 17 Kasım 1930'da kendi kendini fesheden, Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci ana muhalefet partisi Serbest Cumhuriyet Fırkası ' nın 99 günlük varlığı ile bir arada değerlendirilmektedir.
h. Şehit Kubilay’ın ailevi yaşamıyla ilgili meydana gelen gelişmeler, gerçekten yüreklerimizi dağlayacak şekilde cereyan etmiştir. Kubilay’ın anacığı Zeynep Hanım, Karşıyaka Alaybey'de tek katlı, metruk bir evde yapayalnız yaşıyordu. Oğlunun katledilmesinden bir ay sonra ölü bulundu. Yüreği dayanamamış, kahrından gitmişti. Servet-i Fünun dergisinde şu hazin tasvirle, şu hazin haber yayınlandı: “ Bir viran hane, evden ziyade kulübe… Yüksek eşiğine kırık bir sandıkla çıkılan eve heyecanla girdim. Arkadaki odada, başı ve omuzlarını kaplayan patiska örtülü 55 yaşlarında bir kadın, sac mangalın yanında matem ve ıstırap külçesi halinde düşer gibi oturuyordu.” Sonra? Kubilay evliydi. Eşi Fatma Vedide Hanım da öğretmendi. Gönen’in Tuzaklı Köyü'nde görevliydi. Balıkesir'deki öğretmenler feci hadise duyulur duyulmaz Kubilay için tören düzenledi, Fatma Vedide Hanım hıçkıra hıçkıra konuşma yaptı: “Kubilay gitti, kalbim sızlıyor, fakat icabında her muallim gibi ben de yavrum da kutsi inkılâp uğrunda ölmeye hazırız!” Evet… Yavru'ları vardı. Vedat. Henüz 18 aylıktı. Annesinin o gün neden çığlık çığlığa ağladığını, neden dövündüğünü, neden kendisine her zamankinden daha sıkı sarıldığını anlayamamıştı. İlkokulu Bandırma'da bitirdi. Baba yok, dede yok, annesinin tek öğretmen maaşı, ev kira, geçim derdi, eğitimine devam edemedi, hayata atılmak zorunda kaldı, çırak olarak işe girdi. Aile direğinin yıkılması, Vedat'ın geleceğini de darmadağın etmişti, onu çok güzel bir ömür beklerken, çocuk yaşta aniden hayat mücadelesiyle baş başa kalmıştı. Askerlikten sonra Almanya'ya gitti, meslek yok, orada burada en ağır işlerde iki sene uğraştı didindi, olmadı, yurda döndü. Nazilli'ye yerleşti, belediyede işe girdi, zabıta memuru oldu. Evlendi, çocukları oldu, emekli oldu. 2002'de tedavi için İzmir'e hastaneye geldi, 73 yaşında rahmetli oldu. Sayın basınımız lütfedip haber bile yapmadı, Nazilli'de sessiz sedasız toprağa verildi. Kubilay’ı asla unutmayalım. Ama… Kubilayların çocuklarını da unutmayalım... Mekânlarınız Cennet Olsun.
3. Ülkemizde gerici ayaklanmalar ve Atatürk devrim ve ilkelerine karşı hareketler Konusunda Yaşanan Sorunların Çözümüne Yönelik Çözüm Önerileri.
a. Değerli dostlarım yaşamı boyunca yaklaşık 5800 kitap okuyan ve 1981 yılında BM. UNESCO tarafından doğumunun 100'nci yılında son yüzyılın en büyük devlet ve siyaset adamı seçilen atamızla gurur duyuyoruz. Bu bağlamda Antalya'mızda çok aydın ve onurlu Atatürkçü Düşünce Sistemi ve ilkelerini benimsemiş yurttaşlarımızın içine kapanıp siyasetin olumsuz olduğu düşüncesiyle uzak durmasını uygun bulmuyorum. Bu nedenledir ki siyaset liyakatli olmayan ve kişisel çıkar için siyaset yapan zübüklerin eline kalmaktadır. Siyaset akıllı, bilgili, cesur ve liyakatli insanların yapacağı onurlu bir görevdir. Günümüzde siyasetçinin halkımız neznindeki durumu son derece olumsuzdur. Lütfen tüm yurtseverler cesaretli olunuz. Nasılsa bir gün bizler de bu dünyadan göçüp mezara gideceğiz. Korkmadan geleceğimiz kuşaklarımız için çok yararlı işler yapabiliriz. İstiklal marşımız KORKMA diye başlıyor değil mi yoldaşlarım. Ünlü filozof Platon ne güzel söylemiş değil mi ? Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç, cahiller tarafından yönetilmeye mahkûm olmaktır.
b. Aslında sağduyulu ve duyarlı yurtseverler, Atatürkçü parti ve derneklere üye olup yararlı ve liyakatli üyelerin çoğunluğunu sağlamalı ve bu çirkin davranışları yapanları yok edip parti ve derneklere dürüst, liyakatli ve yüreği güzel insanların gelmesini sağlamalıyız. Bu üzücü durum yüreği insan sevgisi dolu Atatürk Sevdalısı insanları çok üzmektedir. Hâlbuki İstiklal savaşımız ve Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne kadar yaşadıklarımızı ve yapılan fedakârlıkları hatırlamak yeterli olacaktır. Bize bu Cumhuriyetimizi armağan edenler çok büyük acılar ve bedeller ödediler. Bu bağlamda Platon’un bu değerli sözü çok önemlidir.
c. Bir diğer üzücü konuda biz Atatürkçü olduğunu söyleyen kişiler çok güzel etkinlik planlıyor ve uyguluyoruz. Ama yaptığımız bu anma etkinlikleri yurt içi ve dışında gerekli etkiyi sağlayamıyor. Örneğin İspanya’nın başkenti Madrid şehrinde ayrılıkçı ETA terör örgütü, bir metroda yaptığı eylemde yaklaşık 20 civarında can kaybı olduğunda bu şehirde yapılan terörü lanetleme mitingine yaklaşık iki (2) milyon kişi katılmıştı ve İspanya’da bir daha böyle bir terör eylemi olmadı.
d. Sonuç olarak; Eğer bu halk bu tür üzücü olaylara sahip çıkmaz ve bu değerlerimizi anma etkinleri büyük bir coşkulu katılımlarla gerçekleştirilmez ve halkımızın büyük bir kısmına duyurulmazsa biz bu olayları yaşamaya devam ederiz. Daha çok söylenecek şey var. Ancak halen halkımız uykuda ve kitle halinde duyarlılık göstermemektedir. Umarım daha büyük ve kötü olaylar yaşamayız. Atatürk’ün yaptığı ve Uğur Mumcu’nun dediği gibi halkımıza elimiz değmeli ve kucaklaşmalıyız. Atatürk milliyetçiliğine sahip çıkmalıyız. Atatürk’ün yaptıklarını yaparak bu sorunlardan kurtulacağız. Ne yazık ki Atatürk’ü kişisel çıkarları için kullanan siyasetçi ve dernek yöneticilerini görüp onların yaptıklarını izledikçe kahroluyorum. Atatürk' ün ölümünden sonra bugüne kadar ülkemizde yaşanan olumsuz koşullardan ve son derece üzücü olaylardan kim sorumludur? Bu iktidarın bu tür olaylara bakışını özellikle terör ve şehit tanımlamalarındaki ayrımcılığını çok iyi biliyoruz. Değerli dostlarım ve insan sevgisi odaklı, Atatürk sevdalısı yurtsever kardeşlerim bu soruların yanıtını ulusça verebilir miyiz? Ne yazık ki veremediğimiz için bu üzücü olayları yaşamaya devam ediyoruz. Merak etmeyin kazanan yine gerçek Atatürk’ün sevdalıları olacak. Asla umudumuzu yitirmeyeceğiz. Herkese selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Tarihçi, Yazar ve E. Albay Kemal KARAKUZEY